Miraç, hicretten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27. gecesinde vuku bulmuştur.
İsrâ; “Geceleyin alaca karanlıkta Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Mescid-i Haram’dan alınıp Mescid-i Aksa’ya Allah (c.c.)’ın mucizelerini görmesi için manevi araçlarla götürülmesi olayıdır.”
Miraç ise; “Yüce Allah’ın sonsuz güç ve kudretinin kendisine gösterilmesi için çıkarıldığı mucizelerle dolu sırlı bir yolculuktur.”
Allah Teâlâ’nın, kulu Hz. Muhammed’i yüce huzuruna kabulüdür. İnsanın kendisini yaratan Rabbi ile buluşmasıdır.
Bir gün müşriklerin ileri gelenleri Mekke'de toplandılar. Hz. Muhammed’le konuşmayı, onu sıkıştırarak davasından vazgeçirmeyi tasarladılar. Ona, kavminin kendisiyle konuşmak için toplandığını, onu beklediklerini haber verdiler. Onların doğru yola erişmelerini çok arzulayan Hz. Muhammed (s.a.v.), hemen geldi ve yanlarına oturdu. Kureyşli müşrikler, “Biz Araplar arasında, senin kavmine yaptığını kimse yapmamıştır” dediler. “Sen babalarımızı kötüledin, dinimizi ayıpladın, akıllarımızı küçümsedin, tanrılarımıza hakaret ettin ve insanları böldün, olabilecek en kötü şeyleri yaptın!” diye onu suçladılar.
Ardından da “Şayet bunu mal elde etmek için yapıyorsan sana malımızdan verelim, en zenginimiz ol; şeref istiyorsan seni başımıza geçirelim; iktidar istiyorsan seni melik yapalım; eğer sana cin musallat olduysa seni tedavi ettirmek için mülkümüzü harcayalım veya seni mazur görelim” diyerek birtakım öneriler getirdiler. Bu öneriler karşısında Allah Rasulü şu açıklamayı yaptı: “Söylediklerinizin hiçbirisi bende yok, getirdiklerimi de ne sizden mal talep etmek, sizin üzerinizde üstünlük sağlamak ne de size yönetici olmak için getirdim. Zira Allah beni size elçi olarak gönderdi; bana Kitap’ı indirdi, müjdelememi ve sakındırmamı istedi. Ben de Rabbimin vermiş olduğu elçilik görevini yerine getirdim, size içten davrandım. Şayet getirdiğimi kabul ederseniz bu sizin dünya ve ahirette payınıza düşendir. Şayet bana karşı direnirseniz Allah aramızda hükmedinceye kadar sabrederim.”
Hz. Peygamber’in bu kararlı tavrı karşısında ümitleri kırılan müşrikler, Allah Rasulü’nü zora sokmak amacıyla konuşmalarını sürdürdüler. Bu konuşmayla onlardan ümidini iyice kesen Peygamberimiz, üzüntülü bir şekilde ailesinin yanına döndü. İşte tam bu sırada Allah Teâlâ onlarla ilgili İsra suresinin 93. ayetinde şu gerçekleri bildirdi:
“... Altından bir evin olmadıkça ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim” (İsrâ 17/93).
Peygamber Efendimiz’i küçük düşürmek için, aklınca hiçbir zaman olmayacak zannettiği şeyleri istemişti Abdullah b. Ebî Ümeyye el-Mahzûmî. Kureyşli Müşrikler tarafından iyice sıkıştırılan, zulüm ve boykotlarla bunaltılan Hz. Peygamber, Rabbi tarafından insan için imkânsız, Allah için çok kolay olan mucizevî bir yolculuğa taltif edilmek üzere çıkarıldı.
Buna dikkat çekmek isteyen Yüce Allah, İsrâ suresinin 1.ayetinde şu ifadelere yer vermiştir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir” (İsrâ 17/1).
Miraç Dönüşü:
Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in Miracı Doğrulaması:
Miraç hadisesi gerçekleştiği zaman müşrikler bu hadise sebebiyle Efendimiz için iftira kampanyası başlatmışlar ve böyle bir hadisenin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı hususunda akıl yürütmüşlerdir. Efendimiz’i yalancılıkla ve sihirbazlıkla suçlamışlardır. Oysaki Hz. Ebubekir (r.a.) bu hadise kendisine aktarıldığı zaman; “Eğer bunu O söylediyse şüphesiz doğrudur. Ben ona inanırım. Ben bundan daha fazlasına inanmışım. Onun göklerden haber almasını tasdik etmişim, buna mı inanmayacağım?” diyerek “Sıddık” unvanını almıştır.
Bizler de Peygamber Efendimiz hakkında bizlere aktarılan ve aklımızla bazen idrak edemediğimiz şeyleri inkâr yoluna gitmemeliyiz.
İsra ve Miraç bir iman meselesidir.
Nasıl olduğu ile ilgili değişik tartışmalar oldu, olacak da... Ancak sonsuz güç ve kudret sahibi Allah için hiçbir zorluk yoktur. Zorluk insan içindir. Allah bir şeye “ol” deyince o oluverir. Allah dilediği her şeyi yapmaya ve yaptırmaya muktedirdir.
Bize en büyük lütuf ve hediye, O’nun Peygamber olarak gönderilmesi ve Ümmet-i Muhammed olma şerefinin bizlere bahşedilmesidir...
Faruk LATİFOĞLU
İl Müftü Yardımcısı