Allah’a hamd, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e salat ve selam olsun…
Bu mübarek gecenin özünü ve manasını idrak etmekten doğacak hayır ve bereketler, siz kıymetli okuyucularımızla birlikte tüm İslam âleminin üzerine olsun.
Miraç kelimesi kök anlamı olarak “yukarı çıkmak, yükselmek” demektir. Terim olarak da, Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. Olay, kaynaklarda Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş “İsrâ”; oradan da yükseklere çıkış “Mi‘rac” şeklinde ayrı ifade edilse de, Türkçede “Mi‘raç” kelimesiyle her ikisi de kastedilir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nübüvvetinin 10. yılı pek çok zorluğun ve üzücü hadisenin peş peşe gelmesi sebebiyle “hüzün yılı” diye adlandırılmıştır. Hz. Peygamber Mekke’de İslam’a davet ettiği bazı akrabalarından, yakınlarından olumsuz cevaplar almış, müşrikler tarafından Müslümanlar üç yıl boyunca acımasız bir ablukaya alınmış, Peygamberimizin, Ebu Talip ve Hz. Hatice gibi çok mühim iki destekçisi vefat etmiş, akabinde Tâif halkı İslam’a davetini gayri insanî ve acımasız bir muamele ile reddetmişti. Bu gibi zorlu olayların cereyan ettiği hüzün yılının ardından Allah Teâlâ Peygamber Efendimize bu yükselme yolculuğunu lütfetmiştir.
Peygamberimiz için mucize olan bu hadise, o gecede verilen lütuflarla müminler için de kıyamete kadar kapanmayacak bir rahmet vesilesi olmuştur. Bu gecede verilen lütuf ve ikramlar; Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarının bağışlanabileceği müjdesi, Bakara suresinin son iki ayetinin nazil olması ve beş vakit namazın farz kılınmasıdır (Müslim, Îmân, 279).
Beş vakit namaz, Rabbimizin bizi günde beş vakit huzuruna davet etmesi; insandaki en temel manevî ihtiyaçlar olan değer görme, muhatap alınma, kabul görme ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Kul namaz ile günde beş vakit özel bir davetle kendisini davet eden, huzuruna kabul eden, duasına ve niyazına cevap veren bir Rabbi olduğunu hatırlar. Aracısız bir şekilde doğrudan Rabbiyle bağ kurar, isteklerini, yakarışını O’na arz eder.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki Cuma, aralarındaki günahlara kefarettir” (Müslim, Tahâret, 14). İslam dininin en temel ibadet formunun günde beş vakit kılınan namaz olması, dünya ve ahiret selametine ulaşmak için namazı şeklen ve manen ikame etmekten başka bir yol olmadığını bizlere gösterir. Günde beş vakit kıldığımız namazın ahlakını günün 24 saatine yayarak yaşamanın ehemmiyetini bizlere öğretir.
Dünya ve ahirette kurtuluşa davet eden Allah’ın yüce çağrısı karşısında her vakit yeni bir heyecan ile baş eğmek ve bu hususî davete icabet etmek; O’ndan gayrıya boyun eğmeyecek, yüzsuyu dökmeyecek bir karakter geliştirmektir. Namaz kılmak insanı ahlakî erdemlere yöneltmeli, kötülükten ve insanî değerlere uygun olmayan her türlü davranıştan uzak tutmalıdır.
Namaz bir eğitim, insanın hayatına maddî ve manevî disiplin kazandıran bir ibadettir. “…Şüphe yok ki namaz, müminler üzerine vakitleri belli olarak yazılmış bir ödevdir” (Nisâ 4/103) ayetinde buyrulduğu üzere vakitleri belirlenmiş bir ibadet olan namaz, akıp giden zaman içinde dünyevî meşgalelerin ağırlığı altında ezilmekten, hayatın zorlukları karşısında pes etmekten bizleri korur. Geçmişin hüzün ve pişmanlıkları ile geleceğin korku ve kaygıları arasında bitap düşmekten bizleri muhafaza ederek yaşadığımız günü kıymetlendirmekle meşgul olmayı öğretir.
Öyleyse gelin biz de Peygamberlerin Atası Hz. İbrahim (a.s.) gibi kendimize ve soyumuza bu kıymetli gecede dua edelim: “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle…” (İbrâhim 14/40).
Zeynep TUNCA
Vaiz