Hiç durup etrafına baktığın ve “Bunca şeye gerçekten ihtiyacım var mı?” diye düşündüğün oldu mu?

Dolaplar dolmuş, çekmeceler taşmış, ajanda zaten tıklım tıklım. Ama yine de içini kaplayan o eksiklik hissi… İşte bu, modern hayatın dayattığı fazlalıkların sessiz yorgunluğu.

Tam da bu noktada hayatın yavaşlamaya, sadeleşmeye ihtiyacı olduğunu fark ediyor insan.

Minimalist yaşam da burada devreye giriyor. Azla yetinmek değil aslında; gereksizden kurtulmak, esas olana yer açmak. Hem evinde, hem zihninde hem de kalbinde.

Bir sandalyeyle sessizliğin tadını çıkarabilmek. İki tişörtle mevsimleri geçirebilmek. Kalabalıklar yerine samimi bir dostla kahve içmenin değerini bilmek…

Minimalizm, hiçbir şeye sahip olmamak değil; seni yoran her şeyi elemek ve anlamlı olana odaklanmaktır. 

Daha az eşya, daha az dikkat dağınıklığı. 

Daha az gürültü, daha çok iç huzur.

Bu bir vazgeçiş değil; daha sade, daha farkında, daha bilinçli bir yaşam tercihidir.
Ve çoğu zaman hayat sadeleştikçe fark edersin: Mutluluk, karmaşık değil; yalın bir şeydir.

Unutma, daha az, aslında daha çoktur.