Din, başta Rabbimiz (c.c.)’e ve O’nun emirlerini uygulayarak insanlara numune teşkil eden Hz. Peygamber (s.a.v.)’e dayanmaktadır. Dünya hayatının bir amaca matuf yaratıldığı ve insanoğlunun bir imtihan süreci yaşadığı malumdur. Her imtihanın bir gereği olarak, kulun ömrü hayatında Yaratıcısını tanıması ve kendisine dini en güzel şekilde öğreten Peygamberini ve sünnetini takip etmesi esas olandır.

Sevgi, mana olarak birçok yönden değerlendirilebilecek bir kelimedir. Özellikle kâinatın yaratıcısı olan Rabbimizi sevmek başlıca görevimiz olmalıdır. Dünyevî bir işimizde, küçük bir yardım aldığımızda, yardımı yapanlara karşı gösterdiğimiz yakınlık ve teşekkür etme durumunun Rabbimize daha fazlasıyla yapılması elzem olandır. Çünkü hayatın başından sonuna kadar elde ettiğimiz nimetler ve kullandığımız araçlar düşünüldüğünde, birçok faydanın O’ndan geldiğini görmekteyiz. Sadece nefes alıp-verme durumu bile, içinde bulunduğumuz nimetin ne kadar büyük olduğunun kanıtı değil midir? Zira pandemi sürecinde virüse yakalananların nefes alıp-vermede çok zorlandıklarını gördüğümüzde, herhangi bir ücret ödemeden kullandığımız nefes nimetinin kıymeti ortaya çıkmaktadır. Nefes nimetinin yanında, akıl sağlığı, beden sıhhati, işlerimizi yapabilme gücü, ekonomik olarak kendi kendine yetebilme seviyesi, ev, araba, kullanılan malzemeler olarak elimizin altında bulunanlar vs. hepsini vereninin Rabbimiz olduğunu ve O’na çok şükredilmesi, O’nun ziyadesiyle sevilmesi gerektiğini ortaya çıkarmaz mı? 

Sevgiler, genellikle günlük hayatta söz aracılığı ile gösterilir. İnsanoğlu da bu yönde bir beklenti içine girer veya başkalarına bunu yansıtır. Ancak sevgiyi göstermenin de birçok yolu vardır. Mesela sevdiklerimizin isteklerini yerine getirmek gibi. Belki söz ile söylenmeyen duygular, fiille izhar edilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’deki; “Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur…” (Nisâ 4/80) ve “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana (Peygambere) tabi olun ki Allah da sizi sevsin…” (Âl-i İmrân 3/31) şeklindeki ayetler, sevginin amelî yönüne işaret etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.); sahabilerden kendisini, ana, baba ve sevdiklerinden daha fazla sevmelerini istemiştir. “Ya Rasûlallah! Anam-babam sana feda olsun” (Buhârî, “Meğâzî”, 15) demek belki Allah Rasûlü’nün yaşadığı coğrafyanın bir ifade şeklidir, ancak bunun temelinde ona karşı olan sevgi yatmaktadır. Allah ve Peygamberi sevmenin temelinde bu sevgiyi bizzat söz ile ifade etmek varken, aslolanın bunu fiiliyatla göstermek olduğu anlaşılmaktadır. Herkes değer verdiklerine, bazen gönlü olsun diye bazen de samimi olarak sevgisini ifade edebilmektedir. Gerçek sevgi ise, bu ifadelerin yeri ve zamanı geldiğinde fiiliyatta nasıl makes bulduğuyla ölçülür. Bu noktada, her birimize sorulduğunda Allah ve Rasûlü’ne olan sevgimizi ifade ederiz, lâkin O’nun emirler bütünü olan İslam’ın yaşanması sürecine gelindiğinde bu sevgiden eser kalmayabildiği/azaldığı aşikârdır. 

Sahabenin hayatında somut olarak görüldüğü şekliyle onların, “Allah ve Rasûlü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek veya kadın için başka bir yolu seçme hakkı yoktur…” (Ahzâb 33/36) ayetini hayatlarında uygulama iradesi bizzat sevgiden gelmekteydi.  En fazla hadis nakleden sahabi Ebu Zer’in, Allah Rasûlü’ne olan sevgisini ifade ederken çok yakın olmak anlamında kullanılan “Dostum” (Nesâî, “Kitabü’z-Zine”, 20) kelimesini kullanması manidardır. Abdullah b. Ömer’in, Peygamberimizden öğrendiklerini harfiyen yerine getirmek için her sabah çarşıya selam vermek için gitmesi ve sahabilere bunun tavsiyesinde bulunması bir sevginin yansıması değil midir? Hz. Ömer’in; Rasûlü Ekrem vefat ettiğinde, “Kim Allah Rasûlü öldü derse onu öldürürüm” (İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, 4/305) söylemi, O’na olan sevginin bir dışavurumu olarak değerlendirilemez mi?

Bugün bizler, Allah ve Rasûlü’nü seviyor muyuz diye bir anket yapsak, sonuçların tamamına yakını olumlu olur, hatta böyle bir soru sormanın garipliğiyle sorana tepki gösteririz. Acaba amelde, günlük hayatımızda o iddia ettiğimiz sevginin yansımasının oranı ne kadardır? Sevmenin bedel istediği bir durumda, kaçımız bunun bedelini ödeyebiliriz? Yoksa bizler, seviyoruz derken, yarın Rabbimizin ve O’nun elçisinin huzurunda cevabını veremeyeceğimiz bir konumdayız da haberimiz mi yok? Belki de onları ikame edeceğimiz sevgi konumuna başka fanileri yerleştirdik de farkında değiliz… Düşünmeli, ayrıntılı tefekkür etmeli…

Betül ÖZTOPRAK

Vaiz