Eskişehir'den başlamak üzere tüm Türkiye, kırmızı etin peşine düşmüş durumda. Geçen haftalardan beri zamlı et fiyatları mutfakların baş köşesindeki malzeme olma yolunda hızlıca ilerliyor. Ticaret Bakanlığı da bu hikâyeye sessiz kalmadı, karkas et fiyatlarındaki düşüşün neden sofralara yansımadığını incelemeye aldı.

Eskişehir Lokantacılar ve Kasaplar Esnaf Odası Başkanı Bahar Bilen ise işin özüne iniyor: İstikrar yok! Kasaplarımızın kâr marjını hesaplarken bile denetimler sürüyor. Ama esnaflarımızın dediği gibi, "vatandaşın cebinde para yoksa kasap nasıl fahiş fiyatla satacak ki?" Kasaplar zorluklarla dolu bir çıkmazda günü kurtarmaya çalışıyor.

Et fiyatlarının uçtuğu, bayram öncesi kopan kıyametin ardından bayram sonrası sessizliğin sardığı sektör bir hengâme içinde. Karkas etin fiyatını borsalar belirliyor, spekülatörler piyasayı karıştırıyor. İthal et durunca yerli üreticimiz de dar boğaza girdi; elektriğe, doğalgaza gelen zamlar derken yem fiyatları tavan yapmış. İşte tam da burada sorulacak soru şu: Bu süreç sadece kasapları mı etkiliyor? Hayır, tam aksine!

Üretici, cebindeki son kuruşla ayakta durmaya çalışırken, ekonominin geneli de yalpalamaktan kurtulamıyor. İki ileri bir geri, oynamaya devam! Hükümet ithal et işini durdurarak yerli tedarikçiyi korumaya çalışıyor gibi görünse de gerçeğin yüzü çok başka.

ET UZAK, HAYALİ YAKIN

Korkarım ki eti yakında sadece vitrinlerde göreceğiz. Hem de ne? Lüks marketlerin camında seyirlik bir deneyim... Dar gelirli vatandaş ise belediyenin aşevinde bir parça eti görmeyi hayal edecek. Ama bu hayal ne kadar sürdürülebilir?

Kırmızı et fiyatlarındaki yükselişi doğrudan kendi içinde ele almamız doğru da değil. Çünkü ekonomi bir sarmal gibi birbirine bağlı zincirleme reaksiyon içinde olan bir alandır. 

Kırmızı etteki bu fiyat yükselişi doğrudan veya dolaylı olarak diğer sektörlere olan olumsuz etkileri oldukça geniş bir yelpazeye yayılabilir:

ZİNCİRLEME REAKSİYON EKONOMİSİ

1. Gıda Sektörü: Et fiyatlarının artması, restoran ve lokanta gibi yemek hizmeti veren işletmelerin maliyetlerini artırır. Bu da menülerdeki fiyatların yükselmesine ve müşteri kayıplarına yol açabilir. Tüketici harcamalarının azalması, sektörde daralmaya sebep olabilir.

2. Hayvancılık ve Tarım: Et fiyatları üzerindeki dalgalanmalar, çiftçilerin ve hayvancılık sektöründeki üreticilerin kararlarını etkiler. Yem fiyatlarındaki artış, üretim maliyetlerini artırarak sektörde kâr marjını daraltır. Uzun vadede bu, sektöre yatırım yapma isteğinde azalmaya neden olabilir.

3. Perakende Sektörü: Marketlerdeki fiyat artışları, tüketicilerin et alımını azaltmasına ve daha ucuz alternatiflere yönelmesine yol açabilir. Bu da marketlerin satış hacimlerini etkileyebilir ve kâr marjlarının daralmasına sebep olabilir.

4. Ulaşım ve Lojistik: Tarım ürünlerinin ve hayvanların taşınması, akaryakıt fiyatlarındaki dalgalanmalardan etkilenir. Ulaşım maliyetlerindeki artış, et fiyatlarındaki yükselme ile birleştiğinde lojistik sektörünü de baskılayabilir.

5. Enerji Sektörü: Üretim ve işlem süreçlerinde enerji maliyetleri önemli bir yer tutar. Doğalgaz ve elektrik fiyatlarındaki yükseliş, et sektörüne dolaylı yoldan maliyet artışı olarak yansır ve diğer endüstrileri de etkileyebilir.

6. Tüketici Güveni ve Harcamaları: Et fiyatları, genel tüketici güvenini etkileyebilir. Temel gıda fiyatlarındaki artışlar, tüketicilerin diğer ürün ve hizmetlere olan talebini azaltabilir, bu da ekonominin genelinde yavaşlamaya yol açabilir.

Bu etkiler, ekonomi içinde zincirleme bir reaksiyon yaratabilir ve farklı sektörlerin birbiriyle ne kadar bağlı olduğunu gösterir. Genel olarak, et fiyatlarındaki artış sadece tüketim düzeyinde değil, üretimden dağıtıma kadar pek çok aşamayı etkileyerek ekonomik dengeyi sarsabilir.

Vakit, lafı döndürüp dolaştırmadan, samimiyetle çözüm üretme vaktidir. Tedarikçileri, kasapları, tüketiciyi bir araya getirecek, kalıcı çözümler üretecek bir plan gerekiyor? Umuyorum ki ülkemizin sofraları, etin hayalini kurdukları yer olmaktan çıkar.

************************************************

GÖKKUŞAĞI ALTINDA PARLAYAN KALPLER

Hikâye Tepebaşı’ndan geliyor… Gökkuşağı Kafe... Yapılan, "engelleri" ortadan kaldırmak ve "özel bireylere" topluma katılım fırsatı sunmak. Başkan Ahmet Ataç ve ekibi, adeta gönüllere taht kurmuş.

Tam 15 kişi diyorlar; evet, 15 özel birey iş başında. Vesile olan nedir peki? Sadece sıcak bir kafe mi? Hayır, hayır; burada farklı bir durum söz konusu. Burada, “çalışamaz” denilen gençlerin, neler başarabileceğini cümle aleme gösteriyorlar.

Gökkuşağı Kafe’nin öyküsü 2011 yılına kadar uzanıyor. İlk adımlar atıldığından bu yana, büyük mesafeler kat edilmiş. Özel bireylerin ellerinde kahveler, çaylar; kalplerinde ise umut var. Onlar, hayatın içinde ‘‘ben de varım’’ diyor. İşe giden, sigortalı ve maaşlı çalışan bireyler; hayatta pay sahibi, özgüven dolu gençler…

Sadece gençler mi kazanıyor bu hikâyede? Hayır. Aileler de nefes alıyor, umut doluyor. En önemlisi, toplum kazanıyor. Şimdi şu soruyu soralım kendimize: Ülke çapında belediyeler ne kadar takip ediyor bu projeyi? Yani, daha çok gökkuşağı kafeler neden olmasın?

4’ü devlet kadrolarına geçmiş tam 32 istihdam! Rüya gibi değil mi? Gençlerimizin bu rüyayı gerçeğe dönüştürdüğünü görmek, umutlarımızı yeşertiyor. Başkan Ataç ve ekibi sadece bir kafe açmadı, aynı zamanda bir hayat yolu açtı...

"Engel" diye bir şey yok aslında. Bunu Gökkuşağı altında, kahvenizi yudumlarken daha iyi anlıyorsunuz. Her şartta, her durumda yapılacak şeyler muhakkak vardır.

Gökkuşağı’nın altından geçen herkesin önünü açık olsun. Fikir üretmek, çözüm bulmak ve elbette ki taşın altına el koymak... İşte bu, insana yakışan bir kafe hikayesi.

*******************************

DOMATESİN DALINDA KALAN UMUTLAR

Eskişehir'de domatesin hali perişan… Çiftçimiz tarlada verimli bir sezon geçiriyor, ama ne fayda! Eskişehir Yaş Sebze ve Meyve Üreticileri Birliği Başkanı Yıldıran Kılıç diyor ki, "Sebze ve meyvenin yüzde 40-45'i heba oluyor." Ne acı değil mi?

Her yıl bin bir emekle yetiştirilen domatesler, sofralarımıza ulaşamadan yok oluyor. Ama nasıl? İşçiler deseniz, talihsiz bir sahne; bilinçsizlik diz boyu. Zincir marketler ise bu oyunun jokeri. Raflarda özenle diziliyor, ama çoğunlukla çöpe gidiyor. Bir de bakıyorsunuz, yüzde 45'lik bir kayıp söz konusu!

İronik kısmı da burada başlıyor zaten. Domates dalında güzel. Market raflarında süper! Ama daha sofra yolunda kayıp. Meyve sebzelerimiz bir Tim Burton filmi gibi; güzel ama bir o kadar masalsı ve ulaşılamaz.

Bu israfın faturası ise her zamanki gibi üreticinin cebinden çıkıyor. Onca emek, alın teri var ortada. Ama ne anladık ki? Çiftçimiz çalışsın dursun, sonuç yine hüsran.

Vah ki ne vah! Tarımda üretip de tüketemiyorsak, demek ki hala öğreneceğimiz çok şey var. Belki de o güzelim domatesler bizleri daha sorumlu olmaya davet ediyordur, kim bilir?

Domates dalında kalmasın, raflarda değil sofralarda olsun. Herkesin önünde açık, aydınlık bir yol olsun. Çünkü umut, sadece tarlada değil, doğru ellerde hayat bulur.