Günümüz ekonomik koşullarında, belediyelerin açtığı halk lokantaları bir tarafta dar gelirli vatandaşların uygun fiyatlarla yemek yiyebileceği bir çözüm sunarken, diğer tarafta küçük esnafın endişelerini de beraberinde getiriyor. Ancak burada üzerinde durulması gereken kritik nokta, yerel yönetimlerle esnafın rekabetinden ziyade, bu duruma yol açan ekonomik politikaların nasıl daha adil ve sürdürülebilir hale getirilebileceğidir.

Belediyelerin halk lokantaları açmasındaki temel amaç, dar gelirli vatandaşların sağlıklı ve uygun fiyatlı gıdaya erişimini sağlamaktır. Ülkemizde giderek artan gıda fiyatları ve hayat pahalılığı göz önüne alındığında, bu girişimlerin sosyal bir ihtiyaç olarak doğduğu aşikardır. Ancak bu çözüm, bazı kesimlerin yerel esnafın geçim mücadelesini baltaladığı yönünde endişelerini de tetikliyor.

Öte yandan, sürekli artan maliyetler ve piyasa dalgalanmalarıyla baş etmeye çalışan küçük esnafın, belediyeler aracılığıyla ek bir rekabetle yüzleşmesi de adil görünmüyor. Çünkü bu sorunların kaynağında belediyelerin girişimleri değil, daha geniş çaplı ekonomik sıkıntılar yatmakta.

Tam da bu noktada, eleştirilerin odaklanması gereken asıl hedef, hükümetin yürüttüğü ekonomik politikalar olmalıdır. Fiyat istikrarının sağlanması, enflasyonun kontrol altına alınması ve esnaf ile tüketicinin refahını artıracak düzenlemelerin yapılması gerektiği yadsınamaz bir gerçektir. Yerel yönetimler ve esnaf arasındaki gerilimlerin çözümü, hükümetin makroekonomik politikalarıyla doğrudan ilişkilidir.

Neden bu eleştiriler hükümete yöneltilmiyor? Gerekli yapısal reformlar ve ekonomik adımlar atılmadığında, yerel bazda alınan çözümler geçici ve yüzeysel kalacaktır. Hükümetin hem esnafı hem de vatandaşı kucaklayan politikalar geliştirmesi ve uygulaması, uzun vadeli bir çözüm için elzemdir.

Sonuç olarak, halk lokantaları gibi sosyal projeler, kısa vadede dar gelirli vatandaşların yaşadığı ekonomik yükü hafifletebilir. Ancak, gerçek ve kalıcı bir çözüm için mikro seviyedeki çözümler değil, makro seviyede politikalar oluşturulmalıdır. Yerel yönetimler ve esnafın aynı gemide olduğunun farkındalığıyla, güç birliği yaparak hükümete bu konudaki sorumluluğunu hatırlatmak önemlidir.

Toplumun her kesiminin refahını artırmak, yerel yönetimlerin çabalarından ziyade, hükümetin ekonomik politikalarının tutarlılığı ve sürdürülebilirliği ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle, eleştirilerin asıl adresi doğru belirlenmeli ve ekonomik sistemin en üst katmanında gerekli reformların yapılması sağlanmalıdır.

ÇİFTÇİNİN EMEĞİNE VURULAN DARBE

Türkiye’nin dört bir yanında mısır tarlalarında emek tüketen, alın teri döken çiftçiler, şimdi ekonomik kararların gölgesinde kalıyor. CHP Odunpazarı İlçe Başkanı Rahmi Çınar’ın da belirttiği gibi, Cumhurbaşkanı Kararı ile gümrük vergisinin %130’dan %5’e düşürülmesi, çiftçinin zaten diken üstünde duran dengesini alt üst ediyor. Peki, hasat henüz devam ederken, böyle bir adım atılmasının arkasında ne yatıyor?

Geçtiğimiz yıl, Türkiye mısır üretiminde adeta bir başarı hikayesi yazdı. 9 milyon ton üretimle bu alanda rekor kırıldı. Üretimin bu şekilde zirveye ulaşması, alınan bazı koruyucu önlemler sayesinde gerçekleşti. Ancak bu yıl, hasat daha tamamlanmamışken ve üretimde düşüş yaşanırken ithalata kapıları açmak, yüzünü bile görmediğimiz çiftçilere karşı bir haksızlık değil de nedir?

Maliyetler karşısında direnen, özellikle bu dönemde iç pazarda ürününü değerine satmaya çalışan çiftçiler, ithalat kararları altında eziliyor. Alın teri dökerek yetiştirdikleri ürünleri, "maliyetine satmak" zorunda kalmaları çiftçiye vurulan en büyük darbedir. Çünkü biliyoruz ki, üreticilerin zaten kırılgan olan ekonomik yapıları, böyle adımlarla daha da zarar görebilir.

Bir yandan ülke ekonomisinin desteklenmesi, diğer yandan ise çiftçinin ayakta kalabilmesi için politikaların dengeli ve sürdürülebilir olması şart. Fakirleşen üreticilerimiz, ne yazık ki, sadece günlük kararlara ve anlık gelişmelere bağlı bir hayat sürüyor. Bu durum, gelecekte tarımsal üretimin devamlılığı ve gıda güvenliği konularında ciddi sıkıntılar yaratabilir.

Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre bir ekonomi planının olması gerekirdi. Bunun yanında, çiftçileri ve yerli üretimi destekleyecek kadar güçlü bir stratejiyle hareket edilmelidir. Üreticinin ürettiği ürünün değer bulmadığı bir piyasa, sonunda hepimizi zarara uğratır.

Bugün, mısır üreticisine yapılanı yarın bir başka tarım ürünü için yapmadan önce; bu ülkede her çiftçinin, tarlasında dikilen her tohumun bu ülkenin geleceği olduğunu hatırlamalıyız. Aldığımız her yanlış karar, geleceğimizden bir parça eksiltebilir. Hayatımıza kast etmeyen bu yanlışlar, çiftçinin kaderine de kast etmesin.

Daha adil ve sürdürülebilir bir tarım politikasıyla, çiftçinin emeğine sahip çıkmalıyız. Çünkü onların geleceği, bu ülkenin geleceğidir. Ve unutmamalıyız ki, bu toprakların her karışı, bir çiftçinin emeğiyle hayat bulur.