Tekrar edilen her şey normalleşir, bir şeye ne kadar maruz kalırsak o kadar normalleşir.

Tekrar edilen her şey normalleşir, bir şeye ne kadar maruz kalırsak o kadar normalleşir. Bu söz, toplumsal algılarımızı ve kabulleri şekillendiren güçlü bir gerçeği ifade eder. Özellikle kadın cinayetleri gibi trajik olaylar, toplumun hafızasında yer ederken, sürekli olarak tekrarlandıkça birer istatistik haline gelme riski taşır.

Kadın şiddetleri, cinayetleri, her bir can kaybının ardında bir hayat hikayesini, hayalleri, sevdikleriyle paylaştığı anları ve toplumun bir parçası olan bir bireyin kaybını barındırır. Ancak, bu olaylar sürekli olarak medya aracılığıyla gündeme geldiğinde, sıradan bir haber niteliğine dönüşebilir. Birçok insan için, "bir kadın daha öldürüldü" başlıklı haberler, önceki cinayetlerin gölgesinde sıradan bir akışın parçası haline gelebilir. Bu durum, hem toplumsal duyarsızlaşmayı hem de cinayetlerin olağanlaşmasını beraberinde getirir.

Sosyal medyanın etkisiyle, bu olaylar üzerinde yoğun tartışmalar yapılabilir; ancak zamanla tepkiler azalmaya, sesler kısılmaya başlar. Kadın cinayetleri haberleri, zamanla alışıldık bir durum gibi algılanır hale gelir. Oysa her cinayet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, misogininin ve sistematik şiddetin bir yansımasıdır. Tekrar tekrar yaşanan bu olaylar, bireylerin ve toplumun duyarlılığını etkileyerek, adeta bir normalleşme sürecine yol açar. Cinayetlere karşı sesimizi yükseltmek, bu durumu normalleştirmekten kaçınmak için hayati önem taşır. Her bir kaybı bir istatistikten öte, bir yaşamın sona ermesi olarak görmek ve bu meseleye karşı toplumsal bir bilinç geliştirmek, ancak bu şekilde mümkündür.

Kadın cinayetlerinin günümüzde artması, yalnızca bireysel trajediler değil, aynı zamanda derin toplumsal sorunların da bir yansımasıdır. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, yaşamlarının her aşamasında maruz kaldıkları şiddet, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve duygusal boyutlarda da kendini göstermektedir.

Günümüzde kadın cinayetleri, medyada sıkça yer bulurken, bu olayların ardında yatan sebepler genellikle göz ardı edilmektedir. Eğitim, ekonomik bağımsızlık, toplumsal normlar ve geleneksel aile yapıları gibi faktörler, kadınların yaşamlarına doğrudan etki etmektedir. Örneğin, kadınların ekonomik bağımsızlıklarının olmaması, birçok kadının şiddet gören ilişkilerde kalmasına neden olmaktadır. Bu bağımlılık, kadını bir hedef haline getirirken, toplumda da bu tür şiddetin normalleşmesine zemin hazırlar. Kadın cinayetlerinin artışı, aynı zamanda medyanın rolüyle de yakından ilişkilidir. Kadına yönelik şiddet haberleri, çoğu zaman sıradan bir olay gibi aktarılır. Bu durum, toplumda bir duyarsızlaşmaya yol açarken, şiddetin normalleşmesini pekiştirir. Kadın cinayetleri haberleriyle ilgili yapılan analizlerde, çoğu zaman failin ve mağdurun kimliği üzerinden hikaye kurgulansa da, olayın temel sebeplerine inmek yerine yüzeysel bir bakış açısıyla ele alınmaktadır.

Toplumda kadına yönelik şiddetin önlenmesi için köklü değişikliklere ihtiyaç vardır. Eğitim sisteminin, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratacak şekilde yeniden yapılandırılması, bu değişikliklerin başında gelmektedir. Erkeklerin ve erkek çocuklarının da bu süreçte eğitilmesi, gelecekteki şiddet vakalarının önüne geçmek için son derece önemlidir. Kadın cinayetlerinin artışı, sadece kadınların sorunu değil, tüm toplumun sorunudur. Her bir cinayet, toplumda bir boşluk yaratır ve bu boşluk, derin yaralar açar. Kadınların yaşamlarına sahip çıkmak, şiddete karşı durmak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için hepimizin sorumluluğu vardır. Bu mücadele, sadece bir cinsin değil, insanlığın ortak bir mücadelesidir.