Resmî kurumların bazılarında bir zamanlar şikâyet kutusu (Öneri ve şikâyetlerin ilgili yerlere ulaştırılması için belli yerlere konulmuş olan kutu) vardı. Bir ara adı değişti ‘dilek kutusu’ oldu. Bir ara ‘dilek ve şikâyet kutusu’ bir ara da ‘dilek şikâyet ve öneri kutusu’ oldu.

Şimdilerde takip etmiyorum. Var mı yok mu bilmiyorum. Bu kutular, kilitli olmasına rağmen çoklukla kapakları açık vaziyetteydi. ‘Bu kutuların içine kim yazar, oraya ne yazılıp atılır, yazılanları kim okur, bu kutunun ilgilisi sorumlusu var mıdır?’ hep merak etmişimdir.

Geri bildirim almak amaçlı kullanılacağı düşüncesiyle uygulamanın güzelliğine diyecek yoktu o zamanlar. 

Yazılanlar ne derece amaca uygundu, amaca uygun olanlar da ne derece değerlendiriliyordu onu bilemiyorum.

Teknolojik gelişmeler e paralel olarak bu kutuların yerini zamanla BİMER şimdi de CİMER aldı desek doğrudur.

Dilek ve şikâyet kutularına hiç yazdınız mı?

Bu kutulara dilek, temenni, şikâyet vb. ifadelerini yazıp da sonuç alanı duydunuz mu bilemiyorum.

Birim amiri olup da bu kutuları hiç değerlendirdiniz mi bilemiyorum.

Kurumların iş ve işleyişi ile ilgili olmasa da belli dönemlerde şikâyet de ettik hayatımızdan. 

Şikâyet ettiğimiz hayat, belki de bir başkasının hayaliydi; bilemedik, kavrayamadık bunu!

‘Kimden niçin şikâyetçi olduk?’ sorusunun cevabı var hepimizde. 

Hepimizin belli durumlarda şikâyetçi olduğu birileri her zaman var.

‘Neyden şikâyetçi olmadınız?’ sorusuna hepimizin cevabı da hemen hazır. 

Hemen hepimizin aklına ilk gelen cevap, ‘Aklımızdan’ değil mi! 

Kimse aklından şikâyetçi değil değil mi!

Hiçbirimiz, ‘Bana az gelmiş.’ diye aklımızdan şikâyet etmiyoruz değil mi? 

Evet, hepimizin aklı kendimize yetiyor. Kimse aklından şikayetçi değil.

Kendine yetmek bir yana bir başkasına verecek o kadar çok aklımız var ki. Akıl vermeyi o kadar seviyoruz ki sormayın gitsin.

Birine akıl vermeden önce geri kalanının bize yetip yetmeyeceğini hesaplamadan akıl veriyoruz üstelik.

Kendimizin daha çok ihtiyacı olduğunu bilmeden başkalarına öğüt/akıl vermeye o kadar çok meraklıyız ki. 

Ortak aklın çok şeyi çözebileceğini unutup bizim aklımızın öne çıkması için her şeyi yapıyoruz neredeyse.

Kimse cahili olduğu bir konuyu kabul etmiyor. Kabul etmemek bir yana yanına bile yaklaştırmıyor cahilliği.

Okumanın birçok akıldan akıl almak olduğunu biliyor ama buna uygun hareket etmiyoruz çoğu kere.

Bize akıl verenlerin, genellikle kendi çıkarlarına yön verdiklerini biliyoruz. Biliyoruz ama biz de bir başkasın akıl vermekten vaz geçemiyoruz.

Herkes biliyor, herkes konuşuyor, herkes akıl eleştiriyor, herkes akıl veriyor özetle.

Samimi olanlar arasında yardım istenirken şaka ya da sitem yollu söylenen ‘Akıl verme, para ver.’ atasözümüz sadece sözde kaldı niyeyse.

Aklını kiraya verenin başına olmadık iş aldığını, aklını kullanamayana akıl vermenin bizi de sıkıntıya soktuğunu ısrarla vurgulayan ‘Aklını eşeğe verme, çeker, arpa tarlasına gider.’ Atasözümüz bize söylenmemiş sanki.

Evet, aklımızdan şikâyetçi değiliz.

Aklımızdan şikâyetçi olsaydık bu hâl, hayal gücümüzü biraz zorlayacaktı.

Akıl sağlığımızla ilginç sonuçlar doğabilecekti.

Kararsızlık ve belirsizlik, biz yıprattıkça yıpratacaktı.

Gerçeklikten kopacak, hayal gücü ve gerçeklik arasında sıkışıp kalacaktık.

Kendi düşüncelerimizle sürekli bir çatışma yaşayacaktık.

Hayatta derin bir anlam bulmak daha zor hale gelebilecekti.

Sosyal ilişkilerde de zorluk çekebilecektik.

Aklımızdan şikâyet etsek ….

Aklımızdan şikâyet etsek ….

Sıraladıkça sıralayabiliriz işte. Aklımızdan şikâyetçi olmayalım yeter.