Dere tepe, dağ ova dolaşmasını seven tek gözlü bir adam varmış… Yürür yürür gidermiş, gider gider yürürmüş…

Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş; alacalı bulacalı garip bir köy... Yaklaşmış köye doğru… Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün…

Girince köyün içine anlamış meseleyi… 

Körler köyüymüş burası... 

Kadınların, erkeklerin, çocukların, velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri…

Gezginci adam karar vermiş burada yasamaya:

Hiç değilse benim bir gözüm var, diyormuş…

‘Körler ülkesinde şaşılar kral olur’ derler… Ben de bunların başına geçer yaşarım…

Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış...

Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış...

Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların… 

Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş…

Bir gün körlerden biri öteki körün malını aşırmış… Sadece tek gözlü adam görmüş bunu… 

Bağırarak ilan etmiş:

- Filanca malını çaldı falancanın…

  Körler:

- Nereden biliyorsun o kadar uzaktan duyulmaz ki, demişler…

- Ben duymadım, gördüm… Gözüm var benim... Görüyorum…

Körler göz diye, görmek diye bir şey bilmiyorlarmış… Uzun yıllar içinde çoktan unutmuşlar bu hissi…

- ‘Ne demek görmek’ demişler… Nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden anlıyor musun ne olup bittiğini?

Adam cevap vermiş;

- Anlıyorum tabii…

- ‘İnanmayız, imtihan edeceğiz seni…’ demişler…

  Adamı almışlar, uzakça bir yere dikmişler... Tecrübeleriyle biliyorlarmış o uzaklıktan hiçbir şeyin işitilmeyeceğini…

- Anlat bakalım, simdi biz ne yapıyoruz, demişler...

  

Adam anlatmış: 

- Oturuyorsunuz, konuşuyorsunuz, Su ayağa kalktı, bu elini oynattı, beriki bacağını sallıyor vs. vs. vs…

Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar:

  - Anlatsana…

- İçeri girdiniz göremiyorum ki…

 Körler bilmedikleri için içeri girmenin ne olduğunu:

- Ne olmuş yani içeri girmişsek... Elli santim fark etti, anlat anlat, demişler…

- Arada duvar var görmüyorum…

 Körler:

- Sen atıyorsun, demişler... Demincek tesadüf etti… Bak, simdi bilemiyorsun…

Adam:

- Çıkın dışarı, söyleyeyim...

Körler:

- Bu kadar uzaktan duyunca ha içerisi, ha dışarısı, ne çıkar yani…

Adam:

- Ben duymuyorum, ben görüyorum…

Körler:

- Öyle şey olmaz... Sende bir bozukluk var... Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun… Hekime muayene ettireceğiz seni…

Adamı yaka paça köyün hekimine götürmüşler... 

Hekim de kör tabii… Elleriyle yoklamaya başlamış adamı… Yoklamış ve parmaklarını adamın yüzünde gezdirirken:

- Buldum, demiş… Bozukluk burada…

Adamın açık olan gözünü kastediyormuş hekim ve:

- Saçmalaması bundan dolayı, diyormuş... Ben simdi hallederim, düzeltirim onu…

Körler ülkesine kral olmaya kalkan gezginci zor bela kurtarmış kendini oradan…

…/…

Ezcümle:

Hikâyenin hangi ülke, kent, ilçe ve dahi köy olduğu önemli değil, mühim olan böylesi durumların olup olmadığı… Bu yazıyı her nerede okuyor ve okutuyorsanız etrafınıza dikkatlice bakıverin kâfi… Tabi hala bakarkör değilseniz!

KÖRLER GÖRENLERİ ANLAYAMAZLAR!

Saçmalıyor sanırlar ve onu da düzeltip kendilerine benzetmek için gözlerini çıkarmaya uğraşırlar… 

Hikâye bu ya… 

Tamamı da çocuğa anlatılır…

Şimdi bazı seçilmişler ve seçtim sananlar bu yazımızdan da nem kapacak…

Ne diyelim, üzerine alınanın…

…/…

CÜCE VE GÖLGELER!

‘Eğer bir ülkede cücelerin gölgeleri uzamaya başlamışsa, o ülkede güneş batıyor demektir’

Bilinen ve doğru bir sözdür...

Bu durum, kent, ilçe, belde fark etmeksizin doğduğunuz ve dahi doyduğunuz topraklar içinde de geçerlidir… 

Ha, bu arada bugünde, kalemin her iki ucunu bileyip oturdum yazı yazmaya, baştan söyleyeyim!

Devam edelim;

…/…

Vatandaş bazılarını seçer… 

Bazılarını ise seçmek zorunda kalır… 

Bazılarını da seçtim sanır… 

Koltuğa oturttuklarımız ise hep ‘ben seçildim’ edasına bürünür!

İstisnalar kaideyi bozmaz, böyledir bu!

Hele ki, gözünü dünya hırsı bürümüş, egosu kemikleşmiş, koltuklara adeta yapışmış kişiler yönetiyorsa yönetiliyorum sananların vay haline!

Her ne hikmetse bu kişilerin etrafı vasıfsız yağdanlıklar ve algı budalaları ile sarılıverir! Sarmasına bile-isteye izin verir seçilmiş!

Zamanla ‘menfaatçi destekçilerin’ sayısı artar… Cücelerin gölgeleri uzamaya başlar, güneş her geçen gün görünmez olur!

Öyle bir güruh oluşur ki görmez, duymaz, konuşmaz, düşünmez hale bürünür!

Adeta bakar körler diyarına dönüşür o yöre!

Bu arada cüceler büyür, güneş küçülür…

Geçmiş olsun!

ÇÖMEZ VE USTA…

Bu husus üzerine sayfalarca yazabilirim, lakin kafa şişirmek istemem... Aklıma gelen hikâyeyle pekiştireyim…

Çömez yakınıyormuş;

‘Bize öyküler anlatıyorsun anlamlarını açmıyorsun...’

Usta yanıt vermiş;

‘Biri sana meyveyi çiğneyerek ikram etse hoşuna gider miydi?’

Gerçek şu ki bizim derdimiz üzüm, üstelik cingil değil salkımı ile ikram ediyoruz sizlere... 

Koparacak cesaret, 

Çiğneyecek diş, 

Hazmedecek mide varsa afiyetle efendim, helali hoş olsun...  

.../...

BİR KELİMEYLE ‘İYİ’ İKİ KELİMEYLE ‘DEĞİL’

Yazıyı kaleme alırken doğduğum topraklardan doyduğum topraklara, gezdiğim yurtiçi-dışı kent, ilçe, beldelere gidip geldim adeta… 

Düşündüm bazılarını, kendi kendini yönetemeyip başkasından medet umanların topraklarını da gidip gördüm! Üzülerek söylüyorum güneş kayboluyor gözden… Cüce/cüceler ise büyümeye devam ediyor! 

Daha önce de görmüştüm ‘Her geçen gün küçülerek gölgelerini büyütüyorlar!’ manzarasını! Defalarca okumuştum bu hikâyeyi!

Kent’ini, yöresini kendi yönetemeyip, topraklarını el oğullarına yönettirdiğini sananların topraklarını 

‘Bir kelimeyle izah etsem İYİ diyeceğimde yalanı sevmem ben! İki kelime ile izah edecek olsam İYİ DEĞİL’

Gerçek şu ki durum içler acısı... 

Kan ağlıyorlar haberleri yok!

Algıyla, yalan dolanla yıkıyorlar sağı - solu... 

Gerçeklerden bihaberler!

ANKARA’DA CUMHUR, ESKİŞEHİR’DE MİLLET!

Ankara’da Cumhur’la, Eskişehir’de Milletle iş pişiriyorum sanıyor peynir gemisini yürüttüğünü sanıyorlar! 

İzler karışmış anlayacağınız!

O yöredeki seçilmişin egosunu, dünya hırsını kişi başına bölsek ilçedeki, köydeki binlerce insana paylaştırsak yine de ağır gelir inanın!

Baş cüce ve harami cücelerdeki ego, ihtiras, dünya hırsı öyle 5 katlı bina gölgesinden daha uzun…

Dünyayı yeseler doymayacak bir gölge var cücelerde! 

Romalılar misali yedikten sonra kaz tüyünü boğazlarına sokup, kusup tekrar tekrar yiyecek gibiler hafazanAllah!

BAŞ CÜCE VE HARAMİ CÜCELER!

Baş cüce ve harami cücelerin en önemli özellikleri sınırsız özgüvenleri…

Yaptıkları, söyledikleri her şey yanlış olsa dahi hiçbir itirazla karşılaşmayacaklarından eminler!

Tarlaya atılacak gübreden bihaber, yer bilim, gök bilim her konuda uzmanlar!

Gözlerin içine baka baka yalan söylerler, ortaya çıktığında yüzleri dahi kızarmaz! 

Çünkü hiç kimsenin sormayacağını, sorgulamayacağını bilecek kadar özgüvenlidir o cüceler!

Bu gerçekten büyük bir maharet, tebrik ederim!

Bu ego, bu cüret, bu cesaret yönettikleri toprakların hafıza eksikliğinden kaynaklanır… 

PROF DR. İLBER ORTAYLI VE HEGEL!

Geçen gün Youtube’de bir programa denk geldim…

Tarih profesörü Prof. Dr. İlber Ortaylı bir televizyon programında Hegel’in felsefesini tanımlarken ‘ez, antitez, sentez’ diye saydı…

Accık araştırdım… Hegel’in hiçbir kitabında ‘tez, antitez, sentez’ diye bir şey geçmediği, Hegel’in felsefesinde böyle bir şey olmadığını okudum!

Lakin Sayın Ortaylı milyonların izlediği programlarda bunu rahatlıkla söyleyebiliyor…

Diyeceksiniz ki bu bir ayrıntı… Evet, haklısınız, hadi gelin bunu Sayın Ortaylı’ya anlatmayı deneyin!

Alacağınız cevap basittir! Acımaz size, cahil, geri zekâlı, ahmak vb. sayar geçer! Çok rahattır, çünkü kimsenin karşısına geçip buna itiraz etmeyeceğinden adı gibi emindir…

İşte baş cüce ve harami cücelerin yaptığı da budur!

İnanacak hazır bir güruh zaten hazırdır…

Elbette i derdim Hegel güzellemesi yapmak, Sayın Ortaylı’yı eleştirmek değil, baş cücenin nasıl yalan söylediğini anlatmak…

HEM CAHİL, HEM FODUL!

Binlerin on binlerin izlediği canlı yayında yalan, dolan, algı budalalığıyla cehalet damlayan yalan sözler söylemek bir cürettir…

Değneksiz dolaşmaktır köpeksiz köyde…

Bir yandan, cüceler yalanlara inandırırken diğer yandan doğruları anlatmak, kanıtlamaya çalışmak, çırpınarak sütten tereyağı yapmak onurdur… Şahit olanların ise sınavıdır…

Lakin trajedinin esas sahibi bu cücelere destek verenlerdir…

Bize düşen cehaleti ve cehaletin bu cüretini her fırsatta teşhir etmektir…

Kent’ine değil, kendine çalışan cüceleri normal boyuna getirmek boynumuzun borcudur!

Ves’selam…