Padişah bir gün soğukta nöbet tutan askere evlat sen üşümüyor musun diye sorar… Asker padişaha ben alışkınım her gün tutuyorum der… Padişah evlat emir veriyorum sana kalın giyecek ve sıcak çorba getirecekler der ve gider… Tabi padişah bu saraya gidince unutur verdiği sözü... Sabah olduğunda askerin donarak öldüğünü görür… Asker ölmeden önce duvara şu yazıyı yazar…
‘Ben soğukta her gün nöbet tuttum üşümedim yalnız padişahım sen bana vaat edip beni umutlandırdın ya İŞTE O UMUT BENİ ÖLDÜRDÜ.’
…/…
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
‘Verdiğiniz sözü ve yaptığınız antlaşmayı yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.’ (İsrâ sûresi, 34)
Maalesef günümüzde verilen sözler, yazılı-sözlü akitler, yapılan antlaşmalar havada kalıyor…
Bazı siyasiler sakızdan çok söz ve yemin çiğniyor, susuyoruz!
Sıkılmadan yüzümüze patlatıyor, sormuyor, sorgulamıyoruz…
İnanılacak gibi değil!
Ve daha da vahimi bunu kanıksadık!
Adım adım duyarsızlaştık…
Sessiz kaldık, yozlaştık…
Kimileri çıktı ‘yaparsa bilmem şu başgan yapar.’ vb. yalanları sloganlaştırdı… Doğru sandık, kandık!
Her türlü alavere yapıldı, hukuksuzluk körüklendi, çıt dahi çıkmadı…
İnsanların yerini davullar, zurnalar aldı!
Soytarıları bile işsiz bıraktı kimileri!
Bünyesi doğruyu kabul etmeyen, eleştiriye kapalı sadece ‘BEN’ odaklı canlılar türedi, kabul gördü Kent’ini kendi yönetemeyen topraklarda, menfaat için sustuk!
İnanın bu sağlıklı bir insan davranışı değildir…
Her birini kör göze parmak misali bilgi ve belgeleriyle bir bir anlattık!
Duydunuz, vallahi sorumlusunuz!
‘Yıllardır bu haramilerle mücadele ediyorum… Yaşadıklarım benim sınavımdı, ilk günden bugüne nasıl davrandığınız ve nasıl davranacağınız da sizin sınavınız.’
Ezcümle;
‘Arsızın, güçlü, haklının, suçlu olduğu ve menfaatçilerin 4 maymunu oynadığı günlerden geçiyoruz… İnanın bugünler de geçer’ Lafın tamamı da çocuğa söylenir…
Ves’selam…
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
‘Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.’ (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108)
…/…/…/…
MİHALIÇÇIK MÜFTÜSÜ ABDULGAFUR EFENDİ…
Milli Mücadelede Din Adamları. Mihalıççık Müftüsü Obruklu Abdulgafur Efendi.
Abdülgafur Efendi, 1859 (1275)'da Eskişehir-Mihalıççık Kazası'nın Obruk Köyü'nde doğdu... Müftüzâde İsmail Ali Efendi'nin oğludur...
İlköğrenimini köyünde yaptı… Bu arada hıfzını (Kur'an-ı Kerimi Ezberlemek) da tamamladı… Daha sonra Ankara-Beypazarı'na gitti (1872).
Buradaki Köspazarı Medresesi'nde öğrenimini sürdürdü... Beypazarı Müftüsü Hacı Ahmet Efendi'nin derslerine devam etti…
12 yıl süren öğrenimden sonra 1884'te memleketine döndü... Bu kez de Obruk Medresesi Müderrislerinden Mihalıççık Müftüsü Mehmet Tevfik Efendi'nin öğrencisi oldu… Ondan Ulûm-u âliye ve a'liyye (dinî yüksek ilimleri ve alet ilimleri) tahsil ederek 1892'de müderrislik icazeti aldı…
Öğrenimi sonrasında aynı yıl (1892) Obruk Medresesi'nde göreve başladı... Birçok öğrenci yetiştirdi…
Bu görevde iken, 3 Nisan 1889'da Mihalıççık Bidayet Mahkemesi azalığına getirildi… Aralık 1902 tarihinde de Mihalıççık Müftülüğü'ne tayin edildi…
Müftülük görevinin yanı sıra önce Obruk, sonra da Mihalıççık Merkezindeki Halidiye medreselerinde fahri hocalık yaptı… 13 Ağustos 1904'te Bursa'dan ‘İbtidây-i Dahil Ruusunâme-i Hümayûn’ ünvanını alarak Sahn Müderrisliği'ne kadar yükseldi…
Müftü Abdülgafur Efendi, Milli Mücadele'nin başlamasıyla, Mihalıççık ve çevresinde ulusal direnişin oluşmasına ve kuvvetlenmesine çalıştı…
Mihalıççık Müftüsü olarak Ankara Fetvası'nı tasdik etti. Soyadı kanunuyla ‘ÖZGÜROĞLU’ soyadını alan Abdülgafur Efendi, Mihalıççık Müftüsü iken, 10 Haziran 1940'ta vefat etti…
Rıdvan Aras. Mihalıççık ve Köyleri. SF. 444
…/…/…/…
SUSAMIŞ GÖNLÜMÜZE İYİ Kİ GELDİN RAMAZAN!
Recep, Şaban müjdelemişti seni,
Hoş geldin gönlümüze, safa geldin ey sultan,
Bu mübarek ayda, her vakitte farklı makamda /ezan,
Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan…
*
İlk teravih, ilk sahur, gönüllerde ilk heyecan,
Nasiplendi, niyetlendi sahura kalkan /can,
‘Sabâ’ makamında okundu ilk ezan,
Hoş geldin cümle aya sultan…
*
Vurulur kilit, aşa, çaya, çorbaya, suya, uykuya,
‘Tut bizi ey oruç’ gönüller doysun önce, okunsun Kur’an,
Mahyalar yansın, dinlensin segâh makamında ezan,
Çözülsün diller, kıskansın beşeri /tüm melekler.
Emreylesin çalap, iftarda yenilsin yemekler…
*
Karşılıklı iftar davetleri yaşansın,
Muhabbet dolsun gönüllere /taşsın,
İnsanlar hemhal olsun /kucaklaşsın,
Sen ne güzel aysın ey Ramazan…
*
Hanelerde Halil İbrahim sofralarını kurulsun,
Adı ehl-i suffa sofrası /konulsun,
Bereket oruçlu adamla yoğrulsun,
Sen ne mübarek aysın ey Ramazan…
*
Sahur, iftar ve dahi teravih namazı kılınsın,
Sofralarda ise bir iki tabak fazla konulsun,
Güvence der ki, çay tadında muhabbet kurulsun,
Sırada kandillerimiz, devamında Kadir gecemiz olsun,
Çalap bizi mükâfatımız /Bayramla nasiplendirsin,
Susamış gönlümüze iyi/ki geldin Ramazan…
İŞTE O UMUT BENİ ÖLDÜRDÜ!
Padişah bir gün soğukta nöbet tutan askere evlat sen üşümüyor musun diye sorar… Asker padişaha ben alışkınım her gün tutuyorum der… Padişah evlat emir veriyorum sana kalın giyecek ve sıcak çorba getirecekler der ve gider… Tabi padişah bu saraya gidince unutur verdiği sözü... Sabah olduğunda askerin donarak öldüğünü görür… Asker ölmeden önce duvara şu yazıyı yazar…
‘Ben soğukta her gün nöbet tuttum üşümedim yalnız padişahım sen bana vaat edip beni umutlandırdın ya İŞTE O UMUT BENİ ÖLDÜRDÜ.’
…/…
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
‘Verdiğiniz sözü ve yaptığınız antlaşmayı yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.’ (İsrâ sûresi, 34)
Maalesef günümüzde verilen sözler, yazılı-sözlü akitler, yapılan antlaşmalar havada kalıyor…
Bazı siyasiler sakızdan çok söz ve yemin çiğniyor, susuyoruz!
Sıkılmadan yüzümüze patlatıyor, sormuyor, sorgulamıyoruz…
İnanılacak gibi değil!
Ve daha da vahimi bunu kanıksadık!
Adım adım duyarsızlaştık…
Sessiz kaldık, yozlaştık…
Kimileri çıktı ‘yaparsa bilmem şu başgan yapar.’ vb. yalanları sloganlaştırdı… Doğru sandık, kandık!
Her türlü alavere yapıldı, hukuksuzluk körüklendi, çıt dahi çıkmadı…
İnsanların yerini davullar, zurnalar aldı!
Soytarıları bile işsiz bıraktı kimileri!
Bünyesi doğruyu kabul etmeyen, eleştiriye kapalı sadece ‘BEN’ odaklı canlılar türedi, kabul gördü Kent’ini kendi yönetemeyen topraklarda, menfaat için sustuk!
İnanın bu sağlıklı bir insan davranışı değildir…
Her birini kör göze parmak misali bilgi ve belgeleriyle bir bir anlattık!
Duydunuz, vallahi sorumlusunuz!
‘Yıllardır bu haramilerle mücadele ediyorum… Yaşadıklarım benim sınavımdı, ilk günden bugüne nasıl davrandığınız ve nasıl davranacağınız da sizin sınavınız.’
Ezcümle;
‘Arsızın, güçlü, haklının, suçlu olduğu ve menfaatçilerin 4 maymunu oynadığı günlerden geçiyoruz… İnanın bugünler de geçer’ Lafın tamamı da çocuğa söylenir…
Ves’selam…
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
‘Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.’ (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108)
…/…/…/…
MİHALIÇÇIK MÜFTÜSÜ ABDULGAFUR EFENDİ…
Milli Mücadelede Din Adamları. Mihalıççık Müftüsü Obruklu Abdulgafur Efendi.
Abdülgafur Efendi, 1859 (1275)'da Eskişehir-Mihalıççık Kazası'nın Obruk Köyü'nde doğdu... Müftüzâde İsmail Ali Efendi'nin oğludur...
İlköğrenimini köyünde yaptı… Bu arada hıfzını (Kur'an-ı Kerimi Ezberlemek) da tamamladı… Daha sonra Ankara-Beypazarı'na gitti (1872).
Buradaki Köspazarı Medresesi'nde öğrenimini sürdürdü... Beypazarı Müftüsü Hacı Ahmet Efendi'nin derslerine devam etti…
12 yıl süren öğrenimden sonra 1884'te memleketine döndü... Bu kez de Obruk Medresesi Müderrislerinden Mihalıççık Müftüsü Mehmet Tevfik Efendi'nin öğrencisi oldu… Ondan Ulûm-u âliye ve a'liyye (dinî yüksek ilimleri ve alet ilimleri) tahsil ederek 1892'de müderrislik icazeti aldı…
Öğrenimi sonrasında aynı yıl (1892) Obruk Medresesi'nde göreve başladı... Birçok öğrenci yetiştirdi…
Bu görevde iken, 3 Nisan 1889'da Mihalıççık Bidayet Mahkemesi azalığına getirildi… Aralık 1902 tarihinde de Mihalıççık Müftülüğü'ne tayin edildi…
Müftülük görevinin yanı sıra önce Obruk, sonra da Mihalıççık Merkezindeki Halidiye medreselerinde fahri hocalık yaptı… 13 Ağustos 1904'te Bursa'dan ‘İbtidây-i Dahil Ruusunâme-i Hümayûn’ ünvanını alarak Sahn Müderrisliği'ne kadar yükseldi…
Müftü Abdülgafur Efendi, Milli Mücadele'nin başlamasıyla, Mihalıççık ve çevresinde ulusal direnişin oluşmasına ve kuvvetlenmesine çalıştı…
Mihalıççık Müftüsü olarak Ankara Fetvası'nı tasdik etti. Soyadı kanunuyla ‘ÖZGÜROĞLU’ soyadını alan Abdülgafur Efendi, Mihalıççık Müftüsü iken, 10 Haziran 1940'ta vefat etti…
Rıdvan Aras. Mihalıççık ve Köyleri. SF. 444
…/…/…/…
SUSAMIŞ GÖNLÜMÜZE İYİ Kİ GELDİN RAMAZAN!
Recep, Şaban müjdelemişti seni,
Hoş geldin gönlümüze, safa geldin ey sultan,
Bu mübarek ayda, her vakitte farklı makamda /ezan,
Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan…
*
İlk teravih, ilk sahur, gönüllerde ilk heyecan,
Nasiplendi, niyetlendi sahura kalkan /can,
‘Sabâ’ makamında okundu ilk ezan,
Hoş geldin cümle aya sultan…
*
Vurulur kilit, aşa, çaya, çorbaya, suya, uykuya,
‘Tut bizi ey oruç’ gönüller doysun önce, okunsun Kur’an,
Mahyalar yansın, dinlensin segâh makamında ezan,
Çözülsün diller, kıskansın beşeri /tüm melekler.
Emreylesin çalap, iftarda yenilsin yemekler…
*
Karşılıklı iftar davetleri yaşansın,
Muhabbet dolsun gönüllere /taşsın,
İnsanlar hemhal olsun /kucaklaşsın,
Sen ne güzel aysın ey Ramazan…
*
Hanelerde Halil İbrahim sofralarını kurulsun,
Adı ehl-i suffa sofrası /konulsun,
Bereket oruçlu adamla yoğrulsun,
Sen ne mübarek aysın ey Ramazan…
*
Sahur, iftar ve dahi teravih namazı kılınsın,
Sofralarda ise bir iki tabak fazla konulsun,
Güvence der ki, çay tadında muhabbet kurulsun,
Sırada kandillerimiz, devamında Kadir gecemiz olsun,
Çalap bizi mükâfatımız /Bayramla nasiplendirsin,
Susamış gönlümüze iyi/ki geldin Ramazan…
Güvence