Eskişehir’in güne zinde başlama ritüedir, sabahları bir kase çorba. Ancak, ekonomik zorlukların sıcak nefesi, buharı tüten çorbaların peşini bırakmıyor. Her sabah çalışanların, esnafın yolunu alıştığı bu mekânlar, artık ceplerdeki ateşi daha da harlıyor. Yenigün’de bir haber; 45 TL’den başlayan çorba fiyatları, özellikle sabahları çorbayla güne başlayanlar için ekonomik yanıklar bırakıyor.

Matematiği bir kenara bırakalım. Bu ülkede 'Çorba parası' diye tabir edilen meblağ, günümüzde artık bir lüksü işaret eder hale geldi. Ayda 1350 TL’lik çorba maliyeti, sadece mideyi değil, bütçe dengelerini de zorlayan bir yük haline dönüştü. Asgari ücretle geçinmeye çalışan bir ailenin evine baktığımızda, çorba gibi temel bir besinin bile nasıl ulaşılmaz bir hale geldiği, düşündürücü.

Esnaf ise dertli. Artan maliyetler, yükselen kira ücretleri, kalem kalem dizilen zamlar... Malzeme fiyatları yükselirken, mutfaktaki çorbanın kaynaması giderek zorlaşıyor. Peki, bu durumun kazananı kim? Çorbayla başlayan ekonomik hikâye, aslında başlı başına bir ekonomik krizin özeti değil mi?

Bir toplumu doyuran, en temel besin kaynağı olan çorba; şimdi bir lüks. İşte toplumun ekonomik sınavı burada başlıyor. Hane halkı bütçesi, günlük yaşam masraflarıyla çatışıyor, geçim derdi derinleşiyor. Vatandaş kaya ile sert yer arasında sıkışmış durumda, bir yudum çorbanın ağırlığını ta derinden hissetmekte.

Ekonomi kağıt üzerinde değil, sofranın başında idrak ediliyor. Kâğıt üzerinde uçan rakamlar, hayatın içinde düşüyor. Çorbalar kaynarken, tencereler boş kalıyor. İşte bu yüzden, sıcak bir kase çorbanın etrafında kenetlenmiş insanların duvarlarının içinde, ekonomik bir fırtına kopmakta. Ve bizler, bu fırtınanın sessiz tanıklarıyız.

Sonuç olarak, çorbanın hikâyesi sadece bir başlangıç. Ekonominin geniş yelpazesinin, toplumsal refahı nasıl etkilediğinin bir yansıması. Toplum, çorbasını içmeye devam ediyor ama gözler, kaynayan tencerenin ötesinde, boş tabakların üzerinde geziniyor.