Bugün kulağımızı toprağa dayayıp çiftçiye kulak verme vakti. Eskişehirli çiftçiler, bağırlarına saplanan ekonomik kılıcı çekip çıkarmaya çalışıyorlar, fakat nafile... Borçlar, maliyetler, düşük satış fiyatları arasında boğulmuş durumdalar. 

Seyitgazili Cihangir Eryılmaz ve arkadaşları, “Üretemiyoruz” diye tarlalarına yazmışlar ama duyan kim? Ne etkili kelime o öyle: Üretemiyoruz. Küçük bir kelime ama içerisi dopdolu. Öyle bir dolu ki, tüm çiftçilerimizin derdi sığıyor içine. Buğdayı, arpayı, mısırı hatta şeker pancarını bile bu topraklarda ekeceksin ama karşılığında üç kuruşu zor göreceksin. Bu mudur tarım politikamız?

Çiftlik Bank vakasıyla kandırılan yüzlerce kişiden ne farkı var ülkenin? Gerçek çiftçilerimiz, üretmenin, alın terinin sonucu olan mahsullerini maliyetine bile satamıyor. Eskişehir'den Adana'ya, Trakya'dan Güneydoğu'ya kadar her yer aynı feryatta.

Burak Kuşan diyor ki, 2023'teki fiyata satıyorlarmış ürünlerini, hem de artan maliyetlere rağmen. Neymiş o fiyatlar, Allah aşkına? Yüzde yüz zamlanan gübreye, yedek parçaya, mazota rağmen aynı fiyata nasıl satılır? Nasıl sürdürülebilir bu iş? Pamuk ipliğine bağlı tarım sektörümüz, pamuk tarlasının bile yavaş yavaş yok olduğu bir süreçten geçiyor.

Tarım neferlerimiz, girdi maliyetlerine yenik düşüp, ellerini cebine atıp son kalan bozuk paralarını sayıyor. Zeytin de dalında, çiftçi de kırgın. 

Ülkenin geleceği tarlalarda yatıyor, sevgili okurlar. Herkesin masa başında hesap kitap yaptığı, ama gerçek hesabın toprakta verildiği bir ülkede yaşıyoruz. Çiftçiye sahip çıkmak, ona gereken desteği vermek ulusal meselemizdir. Tohumdan sofraya kadar geçen o muazzam yolculuğa düzgün bir zemin sağlamak zorundayız.

Beyazaltın’dan Birol Özsak diyor ki “Bu saatten sonra üretemiyoruz”. Üretimin durması, ülkenin durması demektir. İlgi bekleyen tek şey çiftçimizin ürünü değil; aynı zamanda onun alın teri, çocuğunun geleceğidir.

Gelin, bu sese kulak verelim. Yoksa bu hikâye yüz yıl sonra yine kötü biten bir masal olarak gelecek nesillere kalır. Ülke olarak çok geçmeden uyanmalıyız, çünkü güneş bir kez battığında bir daha doğmaz.

TEPEBAŞI’NDAN AVRUPA’YA YEŞİL YOLCULUK

O kadar alışkınız ki üreticimizin gözlerine hatta gönüllerine sinmiş o mutsuzluktan gelen bakışlara, güzel bir gelişme olduğunda kalplerimize serpilmiş ilaç gibi geliyor o haberler…. 

Tepebaşı’ndaki üreticilerimizin yüzü gülüyor; çünkü dereotları Romanya ve Ukrayna’nın yolunu tutmuş.

Mehmet Kırımlıoğlu ve ekibi, Tepebaşı’ndan dünyaya pencere açmayı başarmışlar. Romanya’ya giden 11 ton dereotu, Ukrayna’ya gidecek 12 ton dereotu ve maydanoz için düğmeye basılmış. 

“Tepebaşı Belediyesi bize destek verdi” diyor üretici Mehmet Bey. Allah razı olsun. Soğutmalı dorseler dolusu ürün, bin küsur kilometre bıyık altından gülüyor; çünkü bu sefer ürün elinde kalmayacak. Yeşil Sakarya Üreticiler Birliği Başkanı Süleyman Buluşan’a kulak verince umut biraz daha yeşeriyor. Ortada deneme amaçlı bir ihracat ama bu bile üretici için umut ışığı.

Türkiye’nin dört bir yanında derin bir "of" çeken o çiftçiler... Hani ürününü satamazsa perişan olan, tarlasına umudu gömen çiftçiler. Haydi, gözlerinizi biraz daha uzaklara dikin. Dedik ya, umut filiz verdi!

Sadece tonaj belli olmasın, çiftçilerin gülen yüzleri de belli olsun. Romanya’da bir salatada başrol olan dereotu, Ukrayna’da bir çorbanın üzerini süsleyen maydanoz, Eskişehir’in Tepebaşı’ndaki alın terinden doğdu. 

Bu ihracat köprüsünü daha sağlam ayaklarla kurmak şart. Belediyelerimizin destekleri her kesimce onaylanmalı. Tarım politikalarımız, bu yeşil bahçelerde filizlenmeli. Çiftçi kazanmalı ki sofralar dolsun, üretim artsın. 

Kulak verelim değerli okurlarım... Toprak bize sesleniyor; ürün elle kalmasın, umut yeşersin! Belki de Tepebaşı’ndan yükselen bu yöresel çıtırtı, ülkeye yayılacak bir kalkışmanın başlangıcıdır. Kim bilir?