Ülke genelinde Türk vatandaşlarının çok sık şekilde şikâyet ettiği konuların başında Avrupa vizesi yer alıyor. Maalesef Avrupa ülkeleri, Türk vatandaşlarına vize vermekte sürekli zorluk çıkarıyor hatta işi yokuşa sürüyor. İş öyle bir noktaya geldi ki dünyanın dört bir yanına ürün ihraç etse de sanayiciler bile vize alamıyor. İşin enteresan kısmı da hükümet yetkilileri bu kadar şikâyete, itiraza, talebe rağmen bu konuda tek bir açıklama yapmıyor.

Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Celalettin Kesikbaş da bu konudaki rahatsızlıklarını sıklıkla dile getiriyor. Yetkilileri bu konuda göreve davet ediyor. Zaten artan üretim maliyetlerinden nitelikli işgücüne, rekabetçi fiyat oluşturmaktan mevzuatlara, öngörülebilirlikten enflasyona kadar Türk sanayicisi olarak birçok konuyla mücadele eden sanayicilerin sorunlarına vize sorunu eklenmesi rahatsız edici bir konu olarak görünüyor.

Başkan Kesikbaş’ın “ironik bir şekilde ürünlerimizi gönderdiğimiz ülkelere bizler gidemiyoruz” diye şikâyet ettiği vize sorunu hiç şüphesiz son derece antipatik ve prestij zedeleyici bir durum olarak tanımlanıyor.

Peki ama bu son derece antipatik ve zedeleyici tavra karşı hükümet yetkilileri neden sessiz kalıyor? Bu konuyla ilgili iktidar milletvekilleri neden dışişleri ile temasa geçip bir açıklama yapmıyor?

Hadi gelin 1978 yılına dönelim; o yıla kadar Türk vatandaşları lacivert pasaportuyla Fransa’dan İsviçre ve Almanya’ya günübirlik yolculuklar yapabiliyor, Türkiye’ye dönüşte ve çıkışta ciddi bir sorun yaşamıyordu. Ancak bu durum 1978 yılında sona ermişti. O yılın sonunda o zamanki adı AET olan AB ülkeleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize zorunluluğu getirmişti.

Bu zorunluluk, sayıları o zaman dokuz olan AET ülkeleri tarafından 1979 yılının ikinci yarısından itibaren yürürlüğe konmuştu. İşin anlatılmayan ve en enteresan tarafı ise bu vize mecburiyeti AB tarafından değil, zamanın Türk hükümeti tarafından istenmişti. Dönemin hükümeti 12 Eylül öncesinde muhaliflerin Avrupa ülkelerine kaçmalarını engellemek ve giriş çıkışları kontrol edebilmek için çareyi vize mecburiyeti istemekte bulmuştu. İşte bu istek günümüze kadar artarak taşındı. Yani Türk vatandaşlarına vize zorunluluğu AB’nin değil bizzat Türk hükümetinin isteği ve talebiydi.

Günümüzde hükümetin bu konudaki sessizliği acaba tarih gerçekten de tekerrürden mi ibarettir sözünü akla getirmiyor değil.

Bilmem anlatabiliyor muyum?  

***

AYŞE ÜNLÜCE NASIL FARK YARATTI?

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine rekor sayılabilecek bir oyla seçilen Av. Ayşe Ünlüce, görevine güven vererek başladı dememiz yanlış olmaz. Adaylığı ilk açıklandığında “Hocanın sekreteri” olarak lanse edilerek sözüm ona küçümsetilmeye çalışılan Ünlüce, kısa sayılabilecek bir sürede sakinliğini, nezaketini, üslubunu, hanımefendiliğini bozmadan kendini Eskişehirli seçmenlere tanıtmayı başararak sempatikliği ile büyük teveccüh gördü.

İlk başta adaylığı üzerinde görülen tüm dezavantajları bir anda avantaja çevirmeyi başardı, polemiklere girmeden başarılı bir strateji ile kendini gerçekten de sevdirmeyi başardı.

Yani kısacası seçim süreci de başta olmak üzere lider olarak Başkan Ayşe Ünlüce, kendi hikayesini başarıyla yazmaya başladı ve bu hikâye yazılmaya devam ediyor. Bu hikâyenin arkasında 10 yıllık bir belediyecilik ve Büyükşehir Belediyesindeki Genel Sekreterlik sürecinin büyük etkisi olduğu kadar kendisinde bulunan doğal liderlik karizmasının da etkili olduğunu söylememiz gerekiyor.

Özellikle bu faktörlerin Başkanlık sürecinde kendisinin siyasal iletişiminde büyük katkısı olacağı ortada gözüyor.

Tüm bu olumlu unsurların yanında Ayşe Ünlüce’nin önünde zorlu bir süreç de bulunuyor. Bunların en başında da Yılmaz Büyükerşen gibi bir efsanenin arkasından o koltuğa oturmak. Onun gölgesinde kalarak çalışmak… Ne yaparsa yapsın belli bir kesim her projesini ve icraatını gölgelemeye çalışacak. Ancak şu ana kadar kendi hikayesini çok da başarılı bir şekilde yazmaya başlayan ve bunu başaran Ünlüce’nin bu dezavantajı da avantaja çevireceğini düşünüyorum.

Kısacası, Ayşe Ünlüce siyaset sahnesine girdiği günden bu yana sakinliği, nezaketi, üslubu, hanımefendiliği, sempatikliği, güler yüzlülüğü ve sevecenliği çok doğru şekilde kullanmayı başardı. Hatta bu kavramlar şimdiden kendisinin siyasi duruşu haline dönüştü. Bu kavramlara doğal liderlik karizması da eklenmeye başlayınca Türkiye büyük ve önemli bir siyasi lider kazandı.

Bir de bu renkli kişiliğine pek uymayan koyu renk kıyafetler giymekten vazgeçerse siyasetin otoriter lider kavramından tamamen uzaklaşıp daha halktan bir imaja bürünmüş olur, diye düşünüyorum. Bu da işin latifesi olsun… 

***