Bu yazımı yazarken içimde tarifi zor bir sızı var. Öyle bir durum ki, sözün bittiği yerdeyim. 

Kamuoyunda “Yenidoğan Çetesi” olarak bilinen, belki de asrın en büyük insanlık suçlarından birine tanık oluyoruz. 

Küvözdeki birkaç günlük yada haftalık bebeklerin durumunu ekranlarda izlerken çok üzülüyoruz.

Gözlerimden boşanacak sağanağa karşı direncimi çoktan kaybettim. 

Eminim sizler de aynı hisleri paylaşıyorsunuz.

Gözünü para hırsı bürümüş, vicdanlarını tamamen kaybetmiş bu bebek katillerinin savunmasız yavrulara yönelik bu canice planları karşısında ne yazacağımı, ne düşüneceğimi gerçekten bilemiyorum.

Yıllardır kalem tutan biriyim ama böyle bir ruh hali içinde yazı yazdığımı pek hatırlamıyorum. Kelimeler boğazımda düğümleniyor. 

Bu satırları yazarken dışarıda odamın penceresinden süzülen kar tanelerinin düşüncelerimi yoğunlaştırdığı biçimde klavyenin başında düşünüp duruyorum.

“Kulları geçtik, hiç mi Allah korkunuz da yok, be vicdansızlar!” diye haykırıyorum.

Bu korkunç olay, sadece birkaç kişinin ahlaki çöküşünü değil, sistemin de derin zaaflarını gözler önüne seriyor. Olayın detayları kan donduruyor. 

İşin içinde olan bir hemşirenin mahkemede verdiği ifadelerden sadece biri şu şekilde:"Yoğun bakımda gece doktor bulunmuyordu. Acil bir durumda biz müdahale ediyorduk. Aileye doktormuşuz gibi bilgi veriyorduk. Hasta 5 gün entübe kaldıysa, 10 gün yazıyorduk. SGK’dan fazla para almak için bunu yapıyorduk."
Bu ifadeler, sadece bireysel bir ahlak çöküşünü değil, sistemin de büyük bir zaafını ortaya koyuyor.

Sahi toplum olarak nereye gidiyoruz? Nedir bu halimiz?

Bir toplumda masum bebeklerin ticari kazanç uğruna canlarının hiçe sayılması, insanlık adına alarm zillerinin çalması gerektiğini gösteriyor. Hayatlarının daha ilk günlerinde ölüme sürüklenen bebekler, onları heyecanla bekleyen ve bağrına basamadan kaybeden anne-babalar… 

Bu tablo, toplum vicdanında derin bir yara açtı.

Toplumsal çürüme her tarafımızı sarmaya başladı.

Bu çürüme suç oranlarını artırıyor, ahlaki değerleri erozyona uğratıyor. 

Peki bu noktaya nasıl geldik?
Para hırsı mı? Denetim eksikliği mi? Yoksa tüm bunların ötesinde bir ahlak sorunu mu?

“Hepsi var” dediğinizi duyar gibiyim.

Bu kişiler, yaptıklarının bu dünyada ya da öteki dünyada bir bedeli olacağını bile bile nasıl bu kadar cesur davranabildiler?  Ya da bu cesareti kim ya da kimlerden aldılar?

Ahlaki değerlerimizin bu kadar zayıfladığı bir ortamda, böylesi suçların yaşanması maalesef kaçınılmaz hale geliyor. 

Toplumsal fay hatlarımız büyük depremler geçiriyor.

Peki neler yapılmalı?

Bu vahşetin sorumluları sadece “çete” üyeleri değil. Bu süreçte adı geçen 19 özel hastanenin ve onları denetlemekle yükümlü kurumların da ciddi sorumluluğu var. 

Sağlık sisteminin denetim mekanizmalarının zayıflığı, bu tür organize suçların önünü açtığını biz değil işin uzmanları söylüyor.

Toplum olarak bu tarz olayların tekrar yaşanmaması için aklımıza gelen birkaç öneriyi paylaşalım;

Sağlık sektöründeki denetimlerin sıkılaştırılması,

Suçluların en ağır şekilde cezalandırılması,

Sağlık çalışanlarına yönelik etik eğitimlerin artırılması,

Çıkar amaçlı sağlık politikalarının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.

Ancak bütün bu önlemler alınsa bile, temel sorun, bireylerin vicdan ve ahlak duygusunda yatıyor. 

Ahlaki değerlerin eğitimle, aileden başlayarak toplumun her kademesine yeniden kazandırılması şart. Bu, sadece sağlık sektörü için değil, toplumsal barış ve güven için de elzemdir.

Netice olarak “Yenidoğan Çetesi” olayı, sadece birkaç kişinin işlediği bir suçtan ibaret değil. Bu, toplum olarak ne hale geldiğimizi sorgulamamız gereken bir olaydır. 

Masum bebeklerin hayatını hiçe sayanlar kadar, buna göz yumanlar da en az onlar kadar suçludur. 

Ahlaki yozlaşma, sadece bir bireyin değil, bütün bir toplumun sorunudur. 

Biz, masumların sesi olmak zorundayız. İnsanlığımızı ve vicdanımızı kaybetmemek adına bu olaydan ders çıkarmalıyız. Aksi takdirde, bu çürümenin altında hep birlikte ezileceğiz.

Göre ne…Köre ne?