Zamanın tenimizde olduğu kadar belleğimizde de bıraktığı nice nice izler ve duygular var.

Bu izler ve duygular bir ressamın fırçasında tabloya dönüşürken yazarın kaleminde ise yazıya, şiire dönüşür.

Zamanın imbiğinden süzüp çeyrek asırdır düşüncelerimizi kalemimize mürekkep yapıp önce Gümüşhane’de sonrasında ise  Eskişehir’de hep yazmışız.

Yazılarımızı takip eden okuyucular bilirler.

Ülkemizin banisi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet değerleri hep kırmızıçizgim olmuştur.

Vatan, millet, bayrak, mukaddes değerlerimiz vb. aynı şekilde…

Neticede faniyiz. Yazdığım yazıların benden sonra kaybolup, gitsin istemedim.

Dolayısıyla ebedi bir hafıza, kalıcı bir eser olması için yazılarımı kitaplaştırmak en büyük hayalimdi.

Bu hayalim, bundan beş ay önce Eskişehir öğretmenevi bahçesinde dostlarla sohbet ederken bir anda umuda dönüştü.

Anlatayım…

Behçet Uyanık, Edebiyatçı Yazar Ahmet Urfalı ağabeylerle fırsat buldukça Eskişehir öğretmenevi bahçesinde gündelik yaşama dair Eskişehirdenhaber’in yazarları olarak gönül sohbetleri yaparız.

Bu satırları yazarken düşünüyorum da bu pörsümüş hayatta eşine az rastlanan; sağlam, güvenilir, candan ve samimi dostları olmalı insanın.

Yine böyle bir sohbet anında Ahmet Urfalı ağabey yüzüne yayılan tebessümle bana dönerek “Emek verip yazıyorsun. Bunlar senden sonra kaybolup gider. Çocuklarında sahip çıkar çıkmaz. Yazılarınızı toparlayıp kitaplaştıralım. Bu işi düzgün yapan yayınevleride var. Bende gerekli tashihlerini yaparım” deyince içimde tarif edemediğim bir duygu yoğunluğu yaşadım. Hayli mutlu oldum.

Tereddütsüz tamam dedim.

Bu teşvik ve destek cümleleri karşısında içimde sevinç güvercinleri havalandı.

Öyle ki Ahmet ağabey sohbetlerinde bahsederdi. Onlarca kitap yazmış deneyimli bir büyüğüm.

Dolayısıyla söyledikleri benim için kıymetliydi.

Konuşmasının devamında  “Tüm yazılarını toparla kardeşim. Hiç birisini sakın atlama. Hepsini kitaba koyalım. Çünkü emek vermişsin…” diye ekledi.

İlk başta düşüncemiz bir kitap oluşturacak kadar yazımız olabilir yönündeydi.

Ancak işin içine girince gördük ki bir değil birkaç kitap olabilecek sayıda yazımız olduğunu fark ettik.

1998 yılında Köylünün Sesi gazetesinde yazdığım ilkyazımdan bugüne gelinceye kadar tüm yazılarıma ait gazete küpürlerini iki klasörde saklıyordum.

Bazen aklıma esince klasörleri alır birkaç gazetenin sayfalarını çevirir maziye dalıp giderdim.

Gazeteleri elime alınca içlerinde bazıları aradan geçen yıllara yenik düşmek üzereydi.  Yazılar zor okunuyordu.

Tam zamanında kitaplaştırmaya karar verdiğimizi düşündüm.

Birkaç hafta sonra…

Ahmet Bey gazeteleri eline alınca zor okunanlar onunda dikkatini çekmiş olacak ki “Kolayı var kardeşim. Bunları bir arkadaşımıza göndereceğiz. O tarayıp bilgisayar ortamında bize geri gönderir”

Neticede dediği gibi oldu.

Yaklaşık bir hafta sonra yazıları bize gönderdi.

Kitap yolculuğumuz planladığımız gibi yolunda gidiyordu.

Bu arada bende 2004 yılından 2023 yılı sonuna kadar olan yazılarımı toparlamaya devam ettim.

Gazetelerin ve haber siteleri arşivlerini tek tek tarayıp eksik olanları tamamladım.

1500 adet köşe yazısına ulaştık.

Ahmet Urfalı ağabeyin önerdiği Defne yayınevine teslim ettim.

Yayınevi’nin güleç yüzlü Müdiresi Rukiye Özdemir Hanımın ellerinde titiz bir çalışma sonucu kitaplar şekillenmeye başladı.

Yazılar tarih sırasına göre sınıflandırılmış, tashih çalışması Ahmet ağabey tarafından tamamlanmıştı.

***

Kitap çıkarmanın ne kadar zor ve sorumluluk isteyen bir iş olduğunu yaşayınca anlıyor insan.

Sırada kapak düzeni vardı.

Birinci cildi anneme ithafen o’nun fotoğrafının konulmasını istedim.

Çünkü o, ak sütünü bana helaliyle veren, melek yüzlümdü. Henüz 5 aylık bebekken beni Dörtkonak Köyünden sırtına alıp dağlardan tepelerden aşarak Gümüşhane’ye doktora götüren cefakâr, vefakâr annem,

İkinci cildi, dört çocuğunu büyütüp hayata hazırlamak için her baba gibi büyük fedakarlıklarda bulunarak bizi okutan merhum babama,

Üçüncü cildi ise Ata diyarımız,35 yıllık ömrümüzün geçtiği memleketim Gümüşhane’nin ortasından geçen Harşit  Çayı ile şuanda doyduğumuz kent olan Eskişehir’in orta yerinden geçen Porsuk Çay’ının  dostluğu ve kardeşliğine ithaf ettim.

Sırada ön söz var…

Köşe yazılarımı düzenli olarak okuyup ardından telefonla arayarak destekleyici yorumlarda bulunan Eski Adalet ve Milli Savunma Bakanlarından, Gümüşhane’de dört dönem Milletvekilliği yapmış değerli büyüğüm Mahmut Oltan Sungurlu başta olmak üzere, bu alanda örnek aldığım vefalı dost Edebiyatçı Yazar Ahmet Urfalı ağabeyim ile Yazar Mehmet Sadık Bozkurt Bey’de ön söz yazdılar.

Çeyrek asırlık bir emeğin sonucu olarak baskıya giden kitaplarımızın yolunu “hacı bekler” gibi beklediğimiz bir zamanda 06.01.2024 Cumartesi sabah saatlerinde cep telefonum çaldı.

Arayan Defne Yayınevi Müdiresi Rukiye Hanımdı.

Heyecanla telefonu açtığımda her zamanki gibi o naif ses tonuyla “Kitabınız geldi Hüseyin Bey. İstediğiniz vakit alabilirsiniz…” cümleleri karşısında duygusallığım ses tonuma yansımış olacak ki daha fazla telefonda konuşamadık.

Aynı gün öğleden sonra eşim ve çocuklarımla birlikte yayınevininin yolunu tuttuk.

Behçet Bey, Ahmet Bey eşleriyle birlikte gelmişler bu özel anımıza şahit olmak için.

Yayınevinde pasta keserek kitaplarımızı teslim aldık. İçimde tarif edemediğim duygu sarmalında eve döndük.

Adeta üçüz evladım gibi bağrıma bastığım kitaplarım kütüphanemde yerlerini aldılar.

İnsan hayatında öyle anlar vardır ki kısa sürer ama etkisi bir ömür devam eder.

Bende öyle bir hali yaşadım.

Bu vesileyle sayfalarında bizi haber yapan gazeteci tüm dostlara, gerek telefonla arayan onlarca arkadaşıma, sosyal medya kanalıyla iyi dileklerinde bulunan değerli okuyucularıma kalbi şükranlarımı sunuyorum.

Kitaplarımı çok isteyen dostlar var. İleriki zamanlarda çoğaltıp her birinize ulaştıracağım. Biraz zaman…

Ne diyelim. “Er o ki koya dünyada bir eser. Esersiz kişinin yerinde yeller eser”