Eskişehir’de Halk Lokantası açılıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Ayşe Ünlüce bunun müjdesini duyurdu. Halkın cebine dost, gönlüne ferahlatıcı bir proje. Oysa bu lokantaların varlığı, bir diğer gerçeği suratımıza tokat gibi çarpıyor: Ekonomik sıkıntılar ve dar boğazlar.

Bugün halk lokantaları, yerel yönetimlerin geliştirdiği sosyal duyarlılık projelerinin başında geliyor. Ancak, bu tür projelerle ulusal düzeyde olması gereken temel meselelere, yerel yönetimlerin derman araması da düşündürücüdür.

EKONOMİ DARALIR, ÇÖZÜM “YEREL”DEN GELİR

Ekonomik kriz derinleştikçe dar gelirli vatandaşların sayısı artıyor. Bu durum sadece mutfağı etkilemekle kalmıyor; pazar yerlerinden tutun çarşıya, oradan okullara kadar tüm hayatımızı zorluyor. Hükümetler ise seyrine bakmakla yetiniyor. Görmezden gelinen bu gerçek, yerel yönetimleri de asli işlerinden saptırıyor.

Yerel yönetimlerin görevi, her ne kadar sosyal projeleri desteklemek olsa da bunlar sadece bir yara bandı vazifesini görüyor. Halk lokantası açmak, bir yönetimin asli işleri arasında yer almamalı. Çünkü bir Belediye Başkanı, şehrin uzun vadeli kalkınma projelerine daha fazla zaman ve kaynak ayırabilmeli. Eğer hükümet, dar gelirli vatandaşlarımız için daha etkin ekonomik ve mali politikalar geliştirebilse, bu tür gönüllü odaklı projelere gerek kalmayacak.

SOSYAL VE SİYASAL DERİNLİK

Halk lokantalarının varlığı, sosyal anlamda bir gereksinimin karşılığı. Bu noktada hükümetin yapamadıkları, yerel yönetimlerin üzerine yıkılıyor. Konu burada sadece ekonomik olmaktan çıkıp toplumsal bir meseleyi de işaret ediyor. İnsanlar bu projelere ne kadar ihtiyaç duyarsa, hükümetin politikalarına dair eleştiriler de o kadar artacaktır.

Siyasal açıdan baktığımızda ise, yerel yönetimlerin bu tür projelerle öne çıkması, merkezi hükümete karşı bir pasif direnç gösteriyor. Bu, hükümet tarafından ihmal edilen kesimlerin sesi olmak anlamına da gelebilir. Evet, halkın ihtiyaçlarına yanıt veriyor yerel yönetim. Ancak bu, ulusal düzeyde sürdürülemez bir politikadansa, daha kalıcı ve etkili çözümler gerektirir.

KALICI ÇÖZÜMLER NEREDE?

Bu tür yerel çabalar takdire şayan olsa da "mecburiyetten doğan ihtiyaçlar" asla tatmin edici çözümler olamaz. Eğer doğru politikalarla vatandaş daha iyi şartlarda ekonomik refaha ulaşabilse, yerel yönetimler de bütçelerini asli görevleri için daha etkili kullanabilir. Kaldırım taşından yol yenilemeye, toplu taşımadan şehir planlamasına kadar birçok konuda daha kaliteli hizmet sunabilirler.

Sonuç olarak, Halk Lokantaları güzel bir dayanışma örneği, ama aynı zamanda hükümetin görmezden geldiği bir gerçeğin altını çiziyor. Eğer gerçekten çözüm istiyorsak, demokrasinin tüm kademelerinde adalet ve eşitliğin sağlandığı, halkın tüm çıkarlarının gözetildiği ekonomik politikalar geliştirmeliyiz. Yoksa tebrik ettiğimiz her lokanta, aslında ayrı bir sorunun itirafı olacaktır.

******************************************

**TUVALETTE KAYBOLAN EĞİTİM SİSTEMİ

Eskişehir’in güzel okullarında hademe yok, temizlik görevlileri yok. E, ne var? İşte orası trajikomik: Okul müdürleri var! Evet, yanlış duymadınız. Okul müdürleri, makam odalarını bırakıp ellerinde fırça tuvalet temizliyor. Eğitim sistemimizin eğitim dışı dramı bu, sevgili okurlar.

Müdürlerimizin eğitime odaklanıp, genç zihinleri geleceğe taşımak yerine, ellerinde fırça, klozet başında vakit geçirmesi tam bir trajedi. Oysa okullar ders kitaplarıyla, öğreten öğretmenleriyle, öğrenen öğrencileriyle dolup taşmalı; değil mi? 

Eğitimin kalitesinden dem vuran yetkililer bir de dönüp temizlik görevlileri var mı yok mu diye baksa, keşke…

“Efendim, bütçemiz kısıtlı: Okullara yeterli ödenek veremiyoruz.” diyenler, şatafatlı makam araçlarından başını çıkarabilseydi, bu hallere düşmeyecektik. Bütçe mi yok? O zaman okulun elektriğini de veliler öder! Veliler nasılsa alışkın, yine destek verir, değil mi? 

Evde maske takıyoruz, mecbur edilen pandemi sonrası temizliğe dikkat ediyoruz. Çocuğumuzu “hijyen nedir?” diye okula göndereceğiz, kapıdan girince maazallah kendisi mopu alıp temizliğe koyulacak!

Ey henüz ismi anılmayacak Mevki Sahipleri: Müdürlerin aylık temizlik zamanlarına göre mi başarılarını ölçeceğiz? Klozet parlatma sınavı mı koydunuz MEB müfredatına?

İçimizi ferahlatacak, geleceğimizi aydınlatacak bir eğitim sistemi bekliyorduk, şimdi eğitimi geçtik, çocuklarımız pislik içinde hastalanacak mı diye düşünür olduk. 

Sonuç olarak, Eskişehir’deki bu trajikomik hikâye bize şunu gösteriyor: Eğitim sistemimizdeki çürük tahtaları düzeltmek istiyorsanız, işe temizlikten başlayın. “Özgür, başarılı gençler” konuşmaktan geçtik, en azından “tuvalet temizleyen müdürleri” konuşmayalım.