Eskişehir'de kardeşini döven 14 yaşındaki çocuk 13 yaşındaki akranını bacağından ve omzundan bıçakla yaralamış. Bu haberi okuyunca oldukça düşündüm ve korktum. 

 Toplumumuzda kök salmış olan ve her geçen gün derinleşen şiddet sarmalının ne yazık ki bir yansımasını daha gördük Eskişehir’de. Henüz çocuk denilebilecek yaşlarda olan bireylerin, şiddetin en karanlık biçimiyle karşı karşıya gelmesi ve bu şiddeti benimsemesi, toplumun geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Bu vahim olay, sadece bir adli vaka değil, aynı zamanda büyük bir toplumsal sorunun da habercisi.

10 yıl öncesine dönüp baksak, 13-14 yaş grubunun dünyası sokak oyunları, futbol maçları ya da bisiklet sürmekten ibaretti. Peki, bugün hangi ara çocukların eline bıçak, silah verir hale geldik? Çocukluğun güvenli ve masum dünyasından çıkıp nasıl birer minyatür canavara dönüştüklerini görmek içler acısı. 

Sorunun köküne inmek gerekirse, toplumu sarmalayan bu şiddet eğiliminin birçok nedeni var. Medyanın sürekli şiddeti pompalayan içerikleri, ekranlarda övgüyle anlatılan mafya hikayeleri, aile içindeki baş edilemez huzursuzluklar, okullarda dahi kendini gösteren zorbalık ve daha niceleri... Şiddet, bir çözüm değil; ama ne yazık ki çocuklar, ergenler ve hatta yetişkinler için bir yaşam biçimi haline gelmiş durumda.

Çocuklarımızı sürekli olarak bu şiddet dolu atmosfere maruz bırakan bu çarpık düzenin değişmesi şart. Aileler, çocuklarına şiddeti bir çözüm yolu olarak göstermek yerine, empati kurmayı, sevgiyle hareket etmeyi öğretmeli. Okullar, sadece akademik başarı peşinde koşmak yerine, çocuklara insani değerleri, birlikte yaşamayı ve saygıyı aşılamalı.

Medya, sorumluluğunu yeniden tanımlamalı. Şiddeti, reyting uğruna cilalayarak sunmaktan vazgeçmeli, daha sağlıklı ve yapıcı içeriklere yer vermeli. Devlet ise, bu sorunları kökten çözmek adına daha radikal adımlar atmalı; sosyal politikalar geliştirmeli, çocukların ve gençlerin zararlı içeriklerden korunmasını sağlayacak önlemleri uygulamaya koymalı.

Toplum olarak sırça köşklerde oturmaktan vazgeçip, bu kırılgan yapıyı tamir etmeye başlamalıyız. Aksi takdirde, minyatür canavarlardan oluşan bir nesil yetiştirmiş oluruz. Ve unutmayalım, bu canavarlar eninde sonunda bizim gerçeklerimiz olacak… Zaten hepimiz bambaşka bir dünyaya uyanmayı hayal ederken, cehennem dediğimiz bu dünya aslında içinden çıkması gittikçe zorlaşan bir kâbus haline gelir. 

Biraz uyanalım, silkelenelim artık! Kendimize sık sık sormamız gereken en önemli soru şu olmalı: Biz, geleceğimizi emanet ettiğimiz çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakıyoruz ve onları nasıl bireyler olarak yetiştiriyoruz? Bu sorunun cevabını dürüstçe aramaya başladığımız gün, belki de şiddet sarmalıyla kuşatılmış toplumumuz için bir umut ışığı doğabilir. Ancak o zaman, gerçekten değişimden bahsedebiliriz. Şiddetin olmadığı, sevginin ve anlayışın hüküm sürdüğü bir toplum hayal değil, ulaşılması gereken bir hedef olmalıdır. Eğer hepimiz üzerimize düşeni yaparsak, çocuklarımızın daha aydınlık bir geleceğe sahip olmasına katkıda bulunabiliriz. Toplum olarak el birliğiyle, sevgi, saygı ve empatiyi temel alan bir kültür inşa edebiliriz. İşte ancak o zaman, şiddetin gölgesinden uzak, umut dolu bir nesil yetiştirme şansımız olur. Unutmayalım ki, değişim önce bireylerde başlar ve zamanla tüm topluma yayılır.