Her kitap bir dünyayı içinde saklar. Markus Zusak’ın Kitap Hırsızı romanı, yalnızca bir dünyayı değil,

Her kitap bir dünyayı içinde saklar. Markus Zusak’ın Kitap Hırsızı romanı, yalnızca bir dünyayı değil,
tarihin karanlık dönemlerinden birini, savaşın acımasız gerçekliğini ve bu gerçekliğin gölgesinde büyüyen
bir çocuğun hikayesini anlatıyor. 2013 yapımı aynı adlı film ise bu hikayeyi beyaz perdeye taşıyarak bize
bir kez daha hatırlatıyor: İnsanlık, bazen en büyük vahşetini yaşarken, insan ruhu yine de umuda ve
iyiliğe tutunabilir.

Brian Percival’ın yönetmen koltuğunda oturduğu bu film, İkinci Dünya Savaşı Almanyası'nda geçen bir
öyküyü anlatmakla yetinmeyip, insanın hayatta kalma mücadelesini ve masumiyetin yitirilişini de gözler
önüne seriyor. Percival, savaşın devasa boyutlarını gözler önüne seren birçok filmden farklı olarak,
savaşın bir çocuğun gözünden nasıl göründüğüne odaklanmayı seçiyor. Sophie Nélisse’in canlandırdığı
Liesel Meminger karakteri, Nazi Almanyası’nda ailesini kaybetmiş bir çocuk olarak, yeni evine ve
hayatına uyum sağlamaya çalışırken kelimelere ve kitaplara olan tutkusu aracılığıyla bir kaçış noktası
buluyor.

Film, her ne kadar savaşın dehşetini ve ölümün her an kol gezdiği bir dönemi anlatsa da, merkezine
insan ilişkilerini ve duygusal bağları koyuyor. Emily Watson ve Geoffrey Rush’ın harikulade
performansları, Liesel'in evlatlık ailesi Rosa ve Hans Hubermann karakterlerine derinlik katıyor. İki
oyuncu, zıt kişilikleri ve bir yandan Liesel'e ev sahipliği yaparken diğer yandan savaşın getirdiği zor
şartlarla başa çıkmaya çalışan bir çiftin hikayesini etkileyici bir şekilde canlandırıyor.

Savaşın öyküsü yalnızca cephelerde yazılmaz; savaş, geride kalanların hayatına nasıl nüfuz ettiğini de
anlatır. Liesel’in hikayesi de bu nüfuzun en insani yönünü sunuyor. Kitaplarla kurduğu bağ, sadece bir
çocuğun okuyarak dünyadan kaçma isteğinden ibaret değil. Kitaplar, onun için birer yaşam sembolü,
kelimeler ise birer silah haline geliyor. Savaşın karanlık yüzü kitapların aydınlığıyla dengeleniyor; zira
kitaplar, Liesel’in sadece öğrenme isteğini değil, aynı zamanda insanlığa olan inancını da besliyor.

Birçok film savaşın korkutucu gerçekliğini cesur savaşçılar veya kahraman generaller üzerinden
anlatmayı tercih eder. Ancak Kitap Hırsızı'nın bize sunduğu perspektif çok daha kişisel, çok daha masum
bir açıdan geliyor. Bu masumiyet, savaşa direnen yalnızca silahlı askerlerin değil, insanın ruhunun da
savaşın ortasında hayatta kalma mücadelesi verdiğini gözler önüne seriyor. Filmin atmosferi, savaşın
dehşetini gözler önüne seren müziklerle de besleniyor. Film, müzikleriyle Oscar’a aday gösterilmiş
olmasıyla da öne çıkıyor. Her bir nota, savaşın getirdiği duygusal yükü daha da derinleştiriyor.

Bu film, savaşın acımasız yüzüne bakan, ama aynı zamanda insan ruhunun en karanlık zamanlarda bile
umudu bulabileceğini hatırlatan bir eser. Her ne kadar savaş dramı temalı birçok film çekilmiş olsa da
Kitap Hırsızı, çocuk masumiyetinin ve kelimelerin gücünün nasıl bir silaha dönüşebileceğini etkileyici bir
şekilde anlatıyor. Liesel’in kitaplara duyduğu sevgi, savaşın gölgesinde yeşeren bir umut çiçeği gibi;
sessiz ama derin.