Allah Teâlâ, hayatı ve ölümü imtihan için yani kullarının davranışlarını ölçmek ve kendisine en güzel kulluğu kimlerin yerine getireceğini ortaya çıkarmak için yaratmıştır. Hiç şüphesiz ki dünya bir imtihan yeridir ve herkesin imtihanı da kendine göre zorlukları barındırır. Engelli olmak ise imtihanın bir yansımasıdır.

Engelli kavramı; “Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal veya sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri çeken kimse” (TDK) olarak ifade edilmektedir. Allah katında ise asıl engellilik; gözleri sağlıklı olduğu halde doğruyu görememek, kulakları duyar olduğu halde hakikati duyamamak, dili konuşur olduğu halde gerçeği söyleyememek, eli- ayağı sağlıklı olduğu halde amel-i salih işleyememektir. Hakikat bu olduğu içindir ki Kur’an- ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede ve hadis-i şeriflerde bu husus vurgulanmıştır.

Nitekim Hac suresinde; “Yeryüzünde hiç dolaşmıyorlar mı ki ibret almış kalplere yahut işitmiş kulaklara sahip olsunlar! Doğrusu gözler körleşmez, fakat göğüslerdeki kalpler körleşir” ( Hac 22/46) ifadeleri yer almaktadır. Yine Kur’an-ı Kerim’de körlükten bahseden yirmi dokuz ayetin yirmi beşinin kalp körlüğüyle ilgili olması, Allah katında asıl engelliliğin ne olduğuna dair hikmetler barındırmaktadır. Hucurât suresinde ise; “Allah katında en üstün olanınız en takvalı (müttakî) olanınızdır” (Hucurât 49/13) buyrulmuştur. Bir hadis-i şerifte ise; “Allah sizin sûretlerinize ve zenginliğinize bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize bakar” (Müslim, Birr, 34) ifadeleri, Kur’an-ı Kerim ve hadislerde engellilere hangi bağlamda yer verildiğini göstermektedir.

Engellilik hali hiç şüphesiz bazı zorlukları içerisinde barındırmaktadır. O halde yapılacak olan şey, fert ve toplum olarak bununla başa çıkabilmek ve bu durumu insanca yönetebilmektir. Bunu sabırla başarabilenler bir kutsî hadiste şöyle müjdelenmiştir: “Kulum çok sevdiği iki gözünü alarak kendisini sınadığımda sabrederse, bu ikisine karşılık ona cenneti veririm” (Buhârî, Merdâ,7).

Şüphesiz ki İlâhî adalet gereği herkes gücünün yettiğinden ve sadece kendisine verilenden sorumludur. Allah şükredenleri ve sabredenleri ayırt etmek üzere, gerek verdiği nimetlerle gerekse vermedikleriyle kullarını imtihana tabi tutar. Bu imtihan ise ister sağlıklı olsun ister engelli olsun her mümine belli başlı sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumlulukları yerine getirmede ise engellilik hali bir ruhsat yani yükümlülüğü azaltma ya da hafifletme sebebi olarak görülebilir. Nitekim “…Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez…” (Bakara 2/185); “Gözü görmeyene zorlama yoktur, topala zorlama yoktur, hastaya zorlama yoktur…” (Fetih 48/17) mealindeki ayetler bu durumu ifade etmektedir. Ancak engelini gerekçe göstererek aslında var olan güç ve kabiliyetin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Her yönüyle bizler için en güzel örnek olan Hz. Peygamber (s.a.v) de engellilerin kendilerini toplumdan soyutlamalarını istememiş, yeteneklerine uygun alanlarda dinî, toplumsal ve idarî görevler vererek onları cesaretlendirmiştir.

Ne mutlu Kur’an-ı Kerim’e tâbi olanlara… Ne mutlu Peygamberî öğretiyi hayatına yansıtanlara… Ne mutlu karşılaştığı bütün zorluklara, hastalıklara sabredip Allah Teâlâ’nın müjdelerine mazhar olanlara…

Semih GÜMÜŞ

Din Hizmetleri Uzmanı