İslam dini, kendine inananlara sadece ahiret mutluluğunu vaat etmez ve bu mutluluk için hükümler getirmez, dünya hayatında da mutlu olmayı vaat eder ve bu mutluluk için hükümler getirir. Allah’a iman kişiye huzur verir, Rabbin varlığı kişiye güç verir, dayanma kuvveti verir. Ahirete iman kişiye bir bilinç kazandırır, dünyadayken yaptıklarının hesabını vereceği bilinci, kişinin dünyadayken güzel davranışlar sergilemesine vesile olur.
Bütün namazlarımızda duamıza konu olan dünya-ahiret dengesi çalışma hayatımızın temelini de oluşturmalıdır. Yüce Rabbimiz Kasas suresinde, “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et…” (Kasas 28/77) buyurmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hiç kimse elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir rızık asla yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd (a.s.) da kendi elinin emeğini yerdi” (Buhârî, Büyû’, 15). Yine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi ve sırtına bir bağ odun yüklenip getirerek onu satması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler dilenmesinden daha hayırlıdır” (Buhârî, Zekât, 50, 53).
İslâm’da kazancın en muhterem olanı el emeğinin mahsulü olandır. Zira Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde etmemiştir” (İbn Mâce, Ticârât,I).
Rasulullah (s.a.v.) kişinin çalışmasını, ailesini geçindirmesini, üretimde bulunmasını, gündüzleri oruç, geceleri namazla geçirme gibi bazı nafile ibadetlerden ve cihat gibi farz-ı kifâye olan ibadet mahiyetli emirlerden daha hayırlı kabul etmiştir(Buharî,“Nafakât”,1).
O (s.a.v.) Sa’d b. Muaz’la tokalaştığında ellerinin nasırlı olduğunu fark etmiş, sebebini sorup ailesini geçindirmek için amelelik yaptığını öğrenince “İşte Allah’ın sevdiği eller” (Ebû Dâvûd, Büyû’,1)buyurmuştur.
Allah Teâlâ, inananlara çalışmalarını, emeklerini ortaya koymalarını emretmekle beraber; helal kazanç yollarını araştırmalarını ve kazançlarını bu yollardan elde etmelerini emretmiştir. O (c.c.) şöyle buyuruyor: “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin…” (Mâide 5/88).
Bu sebeple bir müminin, kendisinin ve ailesinin nafakasını meşru yollardan sağlaması ve kimseye el açmadan hayatını idame ettirmesi onun üzerine bir farzdır.
“Allah, rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz ve şükredesiniz diye sizin için yarattı”(Kasas28/73).
Bu farzı yerine getirirken kişinin gösterdiği gayretlerin, ibadet ölçüsünde erdemli bir davranış olarak kabul edileceği, bu yolda çekilen sıkıntıların ise onun Allah katındaki derecesinin artmasına vesile olacağı bildirilmiştir.
Tevekkül, bir müminin, üzerine düşeni yapıp gerekli tedbirleri aldıktan sonra sonucu Allah’a havale etmesidir. Kula düşen sebeplere sarılmaktır. Bir hadis-i şerif bu konuda bizlere ışık tutmaktadır: “Eğer siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz, O, sabahleyin aç gidip akşamleyin tok olarak yuvalarına dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de kesinlikle rızıklandırırdı” (Tirmizî, Zühd, 33).
Netice itibari ile çalışmak, helal yoldan nafaka temin etmek bir ibadettir. Ancak bu, diğer farzların terk edilmemesi durumunda geçerlidir. Bu sebeple çalışmak, diğer ibadetlere mani olmamalı, çalışma vakitleri ve şartları, ibadetleri yerine getirecek şekilde ayarlanmalıdır.
Şu hususu da ifade etmek gerekir ki, ibadetleri terk ettirecek derecede aşırı çalışmak ne kadar mahzurlu ise, çalışmayıp tembel tembel oturmak ve böylece başkalarına el açar duruma düşmek de o kadar mahzurludur. Bu yüzdendir ki Allah Rasulü, tembellikten ve bu tembelliğin sebep olacağı borç altında ezilmekten sabah akşam Allah’a sığınmıştır (Tirmizî, Deavât, 75).
Necati ERDAĞLI
Odunpazarı İlçe Vaizi