Geçtiğimiz günlerde CHP İl Başkanı Talat Yalaz, gençlik kolları seçimlerine müdahale ettiği iddiasıyla ağır eleştirilere maruz kaldı. Eleştirilerin ana konusu demokratik süreçlere müdahale olarak öne çıkarken, bu eleştiriyi yapanların sessiz kaldığı bazı başka konular da düşündürücü. Ne gariptir ki, her fırsatta demokrasi havarisi kesilenler, konu iktidar partisi olduğunda derin bir sessizliğe bürünüyor.

Mesela, iktidar partisi il ve ilçe başkanlıklarını devlet memuru atar gibi belirlerken, aynı eleştiri korosundan bir çıt çıkmıyor. Anlaşılan gençlik kolları seçimlerinde dillerini şakırdatmayı sevenler, iktidar partisi söz konusu olunca dil tutulması yaşıyor. İktidar partisinin gençlik kollarındaki seçim geleneğinden bihaber olanlar, demokrasi kelimesini bir tek muhalefet için kullanmayı tercih ediyor. Onları muhalefet partisine cümle kurarken mangalda kül bırakmamalarıyla tanıyoruz, ama söz konusu iktidar olunca, birdenbire kül bırakma uzmanı kesiliyorlar.

Diğer taraftan, CHP'de gençlik kolları başkanlığına aday olmaya niyetlenmiş birileri de partinin iç dinamiklerine göz kırparken, ince bir hicve ihtiyaç duymuyor değil. Parti içerisinde iktidar olduklarında ‘parti emekçiliğini’ ön plana çıkaran bu kesim, başlarına muhalefet şapkası geçtiği an itibariyle parti yönetimini eleştirmekten geri durmuyor. Halbuki unuttukları bir şey var; ne kadar hızlı dönerse dönsün, dönen dolaplarının sesi er geç duyulur.

Burada asıl sorun, siyasi arenamızda yerleşen çifte standartlar ve işimize geldiği şekilde demokrasici kesilmenin rahatlığı. Belki de her şeyden önce bu oyunun kurallarını öğretmek gerekiyor. Hani olur da bir gün, herkesin her konuda yeterince ses çıkarmayı öğrendiği gün kadar güzel bir şey olur mu dersiniz? Öyle bir Türkiye hayali umarım ki bir gün gerçek olur. İşte o zaman, eleştirilerin niteliği, niceliğinden ağır basar ve siyasi arenada eşitlik esas olur.

Bir düşünelim: Kime ne kadar ve ne zaman eleştiri hakkımızı kullanıyoruz? Ve asıl önemlisi, bu eleştiriyi yaparken üzerimizde bariz bir ağırlık hissetmeden herkes için hakkaniyetli olabiliyor muyuz? Unutmayın, yalnızca karşıtlarımızı değil, kendi durduğumuz yeri de eşit ölçüde eleştirmek demokrasinin en güzel oyunudur. Ve bu oyunu doğru kurallarla oynamak hepimizin elinde.

Bu konuda şimdilik bu kadar yazalım. Ortamı gözlemleyelim; şimdilik “Pandora’nın Kutusu” açmayalım.

****************************************

SORGUN ÇÖMLEKLERİNİN KAÇIRDIĞI TREN

Bizim esyenigun.com’da bir haber; “Eskişehir mutfaklarının vazgeçilmez ürünü oldu! Geleneksel mutfak kültürünün önemli bir parçası olan çömlek tencereler, çelik tencerelere kıyasla daha fazla tercih ediliyor.” 

Kısacası geleneksel mutfak kültürünün önemli bir unsuru olan çömlek tencereler, çelik tencerelere göre daha fazla ilgi görmeye başladı. Eskişehir mutfakları, geleneksel ve otantik bir dokunuş arayanların yeni gözdesi olan çömlek tencerelerle tanışıyor. Doğal yapıları ve lezzet artırıcı özellikleri ile çömlek tencereler mutfaklarda hak ettiği yeri buldukça, birçok tüketici için hem sağlıklı hem de ekonomik bir alternatif sunuyor. Fakat bu trendin kazananlarının arasında, zengin çömlek üretim geleneğiyle bilinen Sorgun ne yazık ki yer almıyor.

Sorgun, tarih boyunca çömlekçiliğin kalbinde yer almış bir beldemizdir. Topraktan gelen bu zanaat, yüzyıllardır burada yaşam bulan ellerin maharetiyle buluşurken, ne yazık ki küresel markalaşma trenini bir türlü yakalayamamıştır. Peki, Sorgun neden bu fırsatı kaçırdı?

Bence bunun birden fazla nedeni bulunuyor:

Öncelikle, gelenek ve zanaat mirasının önemini unutmadan yenilenme becerisinin eksikliği dikkat çeken ilk unsur. Markalaşma, günümüz dünyasında sadece ürünü üretmekle değil; aynı zamanda onu bir hikâye ile, bir marka kimliği ile pazarlamakla mümkündür. Sorgun, kaliteli çömlekleriyle bilinirken, bu ürünlerin hikayesini dünya pazarlarına anlatmak konusunda geri kaldı.

İkinci önemli husus ise, yerel yönetimlerin ve girişimcilerin iştirakiyle dış pazarlara açılma girişimlerinin yeterince güçlü olmaması. Çömlekçilik geleneğimizin dünyaya tanıtılması, özellikle hediyelik eşya ve turistik ürünler kapsamında değerlendirildiğinde büyük kazançlar sağlayabilir. Ancak Sorgun’daki üreticiler, bu tür stratejik adımları atmaktan uzak kalmış gibi görünüyor.

Ekonomik geri kalmışlığın bir diğer sebebi de modern teknolojilerle uyum sorunu. Çağdaş üretim tekniklerine geçiş yaparak hem kaliteyi arttırmak hem de üretim maliyetlerini düşürmek mümkünken, Sorgun’un çömlekçiliği genellikle geleneksel yöntemlerle sınırlı kalmış durumda. Bu durum, rekabet edebilme gücünü zayıflatıyor.

Sonuç olarak, Sorgun’un ekonomik olarak geri kalması ve markalaşamaması, hala güçlü bir potansiyele sahip oldukları çömlek sektörünü büyütememesiyle doğrudan ilişkilidir. Oysa Eskişehir’in diğer mutfaklarında yeniden moda haline gelen çömlek tencereler, Sorgun için büyük bir fırsat olabilir. Bu tarihi mirası çağın gerekleriyle harmanlayarak, Sorgun çömleklerini yerel ve uluslararası pazarlarda hak ettiği kadar değerli hale getirebiliriz. Bu sadece bir ekonomik kazanç değil, aynı zamanda kültürel bir yeniden doğuş olacaktır.

Sorgunlular için tek soru, bu potansiyeli nasıl değerlendirecekleri. Kendi topraklarından çıkan böylesi değerli bir mirası markalaştırarak, yeniden canlandırarak ekonomik kalkınmaya katkıda bulunmak Sorgun'un kendine olan borcudur.