En güzel şekilde yaratılan ve üstün vasıflarla donatılan insanı varlık âleminde önemli ve anlamlı kılan, tabiat ve kâinatla ilişkisinde fıtratının gereğini yerine getirmesidir. Söz konusu kazanımı elde etmenin yolu da insanın, Yüce Dinimiz İslam’ın evrensel hakikatleriyle buluşmasıdır. Bu boyutuyla İslam kişiye, akıl ve duyuların cevaplamakta zorlandığı soruların yanıtlarını açık bir şekilde sunmaktadır.

Müslüman şahsiyetin oluşması ve gelişmesindeki en önemli unsur, dünyayı ve ahireti anlamlandıran imandır. Nitekim bireyin kendisini ve Yaratıcıyı mutlak manada tanımasıyla tahkîkî boyuta taşınan bir inanış, kişiyi kulluk yolculuğunda savrulmalardan koruyacak ve ebedî mutluluğa ulaştıracak hazinedir. Bu açıdan, imanın en önemli ilkesi olan tevhidi önceleyip ona halel getirecek her türlü yaklaşımdan uzak durmak, Müslüman kimliğin en önemli noktasını oluşturmaktadır. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v.),peygamberliğinin ilk yıllarından itibaren insanları ve Müslümanları dünya ve ahireti anlamlandıran imana çağırmıştır. Müslüman şahsiyetin tahkim edilmesinde imandan sonraki en önemli boyut ise kulu Rabbine yaklaştıran ibadetler ve onun somut neticesi güzel ahlaktır.

Müslümanı şahsiyet sahibi kılıp ona yol çizen ana unsur hiç şüphesiz İslam’dır. İslam; Müslüman için en üst kimlik olan ve hayata anlam katan hak, hukuk, adalet, merhamet gibi değerleri kazandırıp ona her konuda rehberlik etmektedir.Bu yönüyle İslam, hayatın tamamını etkisi altına alan bir güzel ahlak düzeni olarak Müslümana, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in izinde emin adımlarla yürürken yol işareti olacak en güvenilir dayanaktır.Dolayısıyla Müslümanın kimlik ve kulluk şuurunun önündeki bariyerleri kaldıran yegâne umut ve ufuk merkezi şüphesiz Rasul-i Ekrem’dir. Zira Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de; “Andolsun, Allah’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb 33/21) buyurmaktadır.Bu da göstermektedir ki, insanoğlunun tarihî serüveninde mahlûkâta merhameti, Yaratıcıya mutlak teslimiyet ve itaati tüm boyutlarıyla ifade eden hayır, iyilik ve güzelliğin en büyük timsali Hz. Peygamber; “…Allah, sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız…” (Hac 22/78) ayetiyle tescillenen Müslüman kimliğinin evrensel rehberidir. Bu noktadan hareketle ifade edelim ki insanlığın, varlık, bilgi ve ahlak konusunda zafiyet ve savrulmalara maruz kaldığı; dünyevîleşme dehlizinde kaybolduğu modern zamanlar, Müslüman şahsiyetini yörüngesinden fütursuzca uzaklaştırarak örselemektedir. Diğer taraftan Allah Rasulü’nün;“Müslüman, diğer Müslümanların, dilinden ve elinden sâlim olduğu (zarar görmediği) kimsedir…” (Buhârî, Îmân, 4) şeklinde tavsif ettiği Müslümanların ayak bastığı coğrafyalar bugün maalesef iyilik ve merhamete, ahlak ve hukuka muhtaç hale gelmiştir. Bu durum, İslam’ın hayatı huzurla buluşturma, insanı da kendisi ve çevresiyle barıştırma idealini önemsememe ve onun evrensel mesajının insanî yönünü ihmal etme neticesinde vuku bulmaktadır. Ayrıca söz konusu üzücü durum, İslam’ın Müslümanlara yüklediği ahlakî erdemleri en güzel şekilde temsil etme görevinin yeterince dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır.Bu sebeple, maalesef gittikçe zihinlerde yıpranan Müslüman algısını farklı bakış açılarına göre değişip algılanabilen sübjektif değerlendirmelerden ve kaygan zeminden kurtarmak; müşterek ahlakî ilkeleri ortak bir davranış bilincine dönüştürerek teoriden ziyade, yaşayan değerler olarak hayat tarzı haline getirmek gerekir.

Bu itibarla, İslam’ın yeryüzüne sunduğu rahmete, hiç kimseden esirgemediği sevgi ve şefkate, iç ve dış dünyamızı sekînetle buluşturan barış çağrısına, zihin ve gönlümüzü birleştiren davetine bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir dönemde; tüm değerlerimizi ihya, işlevselliğini kaybeden fikir ve düşüncelerimizi ıslah, söz, tutum ve eylemleri inşa, kazanım ve sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır...

Necati ERDAĞLI

Uzman Vaiz