Doğadaki görünümler her zaman değişim içindedirler.
Mesela gökyüzü, her zaman diliminde farklıdır.
Gün doğumunda başkadır.
Gün batımında farklıdır. Gece vaktinde de farklı ve koyu renktedir.
Denizler her vakitte başkadır.
Rüzgârlı havalarda, dalgaları yoğun ve serttir.
Bazen ise durgun ve sakin.
Doğada o zaman dilimi içerisinde gördüğümüz görünüm bir daha aynı şekilde gözükmeyecektir.
Tam da bu fikri temel alan bir sanatsal akımdan bahsetmek istiyorum.
Empresyonizm yani izlenimcilik.
19. yüzyılda ortaya çıkan akım Fransa’da doğmuştur.
Ve sanat tarihinin akışını oldukça etkilemiştir. Bu akım materyalizme ve realizme tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Empresyonizm, sadece resimden ibaret değildir.
Şiirlerde edebiyatta ve bütün güzel sanatlarda etkileri görülmüştür. Türkiye’de ise güzel örnekleri vardır.
İzlenimcilik akımında nesnellik yoktur, somutluk yoktur.
Gerçek doğrudan aktarılmaz.
Sanatçı soyut betimlemelere yer verebilir.
Hayallere yer verebilir.
Sanatçının içinde bulunduğu duygu durumu eseri etkileyebilir.
Sanatçının gayesi doğrudan gerçeği yansıtmak değil, daha özgür bir tavırla gördüklerinin ne hissettirdiğini esas alarak eserine yansıtır.
Gördüklerinin kendinde uyandırdığı duyguları aktarır eserine sanatçıların iç dünyalarının yansımasıdır.
Sanatçının eserini, olduğu gibi düşünceleriyle, hisleriyle, duygularıyla, yansıtışı bizlere de duygu dolu yansır.
Şöyle ki;
Yağmur kimisine huzur verirken, kimisi için korkudur.
Bazılarını mutlu ederken, bazılarını karamsar hale getirir.
Kimisi için neşedir, kimisi için hüzün.
Ressam yağmurlu bir gün çizer (yağmur ona ne hissettiriyorsa) bizler de onu bize nasıl hissettiriyorsa öyle algılarız aslında.
Eserleri aynı şekilde görmeyiz. Her birimizin, bir sanat eserine bakarken hissettiği farklıdır.
Duygumuz farklıdır.
O eserin bizde uyandırdığı başkadır.
Bir esere bakarken hepimiz aynı hissedemeyiz, eğer aynı hissetseydik bu akım bu kadar anlamlı olur muydu?