Yılın en büyüleyici mevsimlerinden biri olan sonbahar, nam-ı değer güz, tabiatın sessiz bir dönüşüm sürecine girdiği, hayatın yavaşladığı ve derin bir içsel huzurun kendini hissettirdiği zamandır.
Güz mevsimi, bir vedayı andırır; ancak bu veda, ölümün soğuk yüzünü değil, yeniden doğuşun sıcak umudunu taşır.
Bu mevsim, sararmış yaprakların rüzgârla savrulduğu, toprakla buluştuğu bir zamandır. Hoş geldin sonbahar.
Sonbaharın gelmesiyle birlikte coğrafyamız, renklerin en sıcak tonlarına bürünür. Özellikle orman içine serpilmiş yaban kavaklarının adeta gözlerimize ziyafet çeken o muhteşem altın sarısı görüntüsü bir sanat eseri gibidir. Bakmaya doyamazsınız.
Bu mevsimde, Gümüşhane Gözeler-Dörtkonak yol boyunca ve Eskişehir Çatacık, Bozdağ ormanlarının zirvelerinde yaz mevsiminin canlı yeşili, yavaşça yerini altın sarısı, bakır kırmızısı ve kahverenginin farklı tonlarına bırakır.
Ağaçlar, rüzgârın nazik dokunuşuyla dallarından ayrılan yapraklarını birer birer yere bırakırken, toprağa sessiz bir öykü fısıldar gibidirler.
Her yaprak, bir hayat döngüsünün tamamlandığını, yeni bir başlangıcın yaklaştığını anlatır. Bu döngü, güz mevsimini sadece bir geçiş dönemi olmaktan çıkarıp, hayatın derin anlamını kavrayabileceğimiz bir zaman dilimine dönüştürür.
Güz, sadece coğrafyamızın değişimiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda insanların da içsel bir dönüşüm sürecine girdiği bir dönemdir.
Yazın hareketliliği ve canlılığı yerini daha dingin bir tempoya bırakırken, insanlar da tıpkı doğa gibi durup düşünmeye, kendi içlerine dönmeye başlarlar. Esaslı bir iç muhasebe yapmaya başlar insanoğlu.
Hava soğur, günler kısalır ve akşamlar erkenden gelir. Bu erken kararan gökyüzü, insanları evlerine, sıcak bir köşeye çekilmeye davet eder. Kuzinelerde kaynayan çaylar sohbetlerle demlenir.
Zamanın ruhumda ve beynimde bıraktığı izlerle güz mevsiminde Dörtkonak Köyümüzde ilkokula başladığım, babaannemin elimden tutup beni okula götürdüğü Eylül ayında zihni bir yolculuğa çıkarım Eskişehir’de…
Anılar bırakmaz yakamı.
Güz, dinlenme ve düşünme zamanıdır; tıpkı ağaçların yapraklarını dökmesi gibi, insanlar da üzerlerindeki gereksiz yükleri atma ihtiyacı hissederler.
Güz mevsimi, bu haliyle insanlara hayatın geçici olduğunu hatırlatır. Sararan yaprakların yere düşmesi, bir sonu değil, bir dönüşümü temsil eder.
Her son, yeni bir başlangıcın habercisidir. Yapraklar, toprağa karışarak yeni bir yaşam döngüsüne katkıda bulunur. Toprak, bu yaprakları alır, çürütür ve onları gelecekteki yaşam için besleyici bir unsur haline getirir.
Sonbahar , bu haliyle insana büyük bir ders verir: Hayat, sürekli bir değişim ve dönüşüm halindedir.
Güz mevsiminin güzelliği sadece yaprakların renk değiştirmesiyle sınırlı değildir. Bu mevsim, aynı zamanda kokusuyla, sesiyle ve atmosferiyle de insanları etkiler.
Güz rüzgarlarına karışarak burnumuza kadar gelen ıhlamur ağaçlarının kokusunu hiç unutamam.
Güz sabahlarında havada bir serinlik, bir tazelik vardır. Topraktan yükselen hafif nem kokusu, yakındaki bir ormandan gelen çıtırdayan yaprak sesleri, insanın ruhunu dinlendirir. Bir parkta ya da ormanda yürürken, ayaklarımızın altında ezilen yaprakların çıkardığı ses, sanki toprağın fısıldadığı bir melodi gibidir. Bu melodi, insanın kalbine işler, onu huzura kavuşturur.
Güzün getirdiği bu huzur, aynı zamanda melankoliyle de iç içedir. Yazın neşesi ve hareketliliği yerini yavaş yavaş bir durgunluğa, belki de hüzne bırakır. Ancak bu hüzün, insana iyi gelen bir tür hüznü barındırır. Hayatın geçiciliğini kabullenmek, kaybolan yazın ardından yaşadığımız çevrenin bu dingin yüzünü sevmek,
Netice de bu yazımı bitirirken ruh ve gönül dünyama tercüman olan Cemal Süreya’nın dediği gibi; “Sonbahar sanattır. Diğerleri mevsim” vesselam.