Cumhuriyetin son temsilcilerinden biri. Yaptığı çalışmalarla ünü sınırları aşmış bir fenomen isim. Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen’ den bahsediyorum. Perşembe günü ziyaretine gitmiştim. Maşallah ziyaretçisi hiç eksik olmuyor.

Hocamla kucaklaştık. Başladık hasbihal etmeye. Zafer hoş geldin karnım çok şişmişti!

Aslında cam müzesi, rahle-i tedrisat merkez gibi.

YAPTIKLARINI SAY SAY BİTMEZ

Bozkırda bir vaha yaratmış. Tozlu topraklardan yeşile dönüştürmüş, sanat merkezleri, konferans salonları, tiyatroları, senfoni orkestraları, ulaşımda tramvay projeleri le, yeni nesil otobüslerin devreye alınması ile toplu ulaşımda yaptığı yatırımlar şehre konfor sağlıyordu. 

REGENT park ölçeğinde yaptığı tematik parklarla, Bilim merkezleri ile dönüşüm projelerinden tutunda, enerji santraline kadar, kapalı otoparklardan tuttun da, porsuk projesi ile, yapay plajdan tutunda, spor salonlarına bulvar yolardan tutunda, tabii afet risklerini azaltan projelere kadar onlarca müzelere kadar, arıtma sisteminde ve alt yapı da ki yatırımlarla saymadığımız yüzlerce projeye imza atmış bir isimden bahsediyoruz.

YUNUSEMRE KAMPÜSÜ

Kolay değil. Çevresini sulama kanalı ile kuşatmış, ortasında kalmış, konteynerlerden oluşan bir akademinin başkanı olduktan sonra kolları sıvamış. O kumlu, çorak toprakların yer alanlara sanat gözü ile iğne oyası işler gibi büyük bir sabırla yeni bir kampüs yaratmış dünya çağında kampüsler arasında yer almıştır.  Anadolu üniversitesi ismi 31 Mart1982 yılında yasa ile belirlendikten sonra ilk rektörü olan Büyükerşen’ dir. Dünya çapında bir üniversiteye dönüştürmüş olması ona, yetmezmiş gibi içinde yer alan tıp fakültesini ve araştırma hastanesi le ile Osmangazi üniversitesini kurmuş, iki eylül ( ESTÜ) yü kurmuş, bilimsel araştırmalara da önem vererek bunu topluma yansıtan bir proje insanı.

ESERLERİN VE HİZMETİN OLDUĞU HER YERDE ONUN PARMAK İZLERİ VARDIR

Eskişehir’in değişimindeki yapılan her türlü hizmetlerin altında, her eserinde Yılmaz Büyükerşen parmak izleri vardır.

Eskişehir onunla birlikte yeniden kurtuluşun öz benliğini, kimliğini kazanmış. “Atatürk’e olan borcumu ancak böyle ödeyebilirdim” der her zaman. Her zaman eli Eskişehir’in üzerinde. Bunu da devam ediyor. Kendisi her türlü övgüyü hak ediyor.

DÜNYADA İLK ÜNİVERSİTE EĞİTİM HAVA ALANI

Dünyada ilk defa olan üniversiteye havacılık eğitimi ile birlikte hava alanını yapmış havacılık tarihine bir imza atarak, havacılık merkezi onunla yeniden vücut bulmuş diyebiliriz. Hava trafik kontrolünden tutunda, uçak motorları ve pilotaj bölümlerine, işletmesine kadar bölümleri açarak eğitime öncülük yapmış, Eskişehir’e vizyon kazandırmıştır. Hem de devletten tek kuruş almadan. Havacılık merkezi adeta onla yeniden başladı diyebiliriz.

Hele eğitimde yaptığı devrim anlat anlat bitmez. Ekonomik gücü olmayanlara veya bir nedenle fırsat yakalayamayanlara fırsat eşitliğin sunarak dünya çapında açık üniversite yapmış ve Avrupa dâhil dünyanın birçok yerinde irtibat bürolarını kurmuş bir üst akıldan bahsediyoruz.

Şimdi hükümet, açık öğretime ve varlıklarına, mali kaynaklarına el koymuş durumda.

İlklerin üniversitesi, ilklerin öncü şehri olmuş.

Üniversal anlamda bir ilklere imza atmış, sinema TV bölümünü kurmuş teknoloji le donatmış.

Kolay değil. Bir ömür geçmiş. Deyim yerindeyse şöyle oturup keyif bile çatmamış.

Nerede böyle insanlar. Cumhuriyet türünün son örneği. Aslında kelaynak kuşu gibi kaldılar. Devlet özel bir yasa ile koruma altına alması lazım ama nerede o akıl. Yaptığı hizmetleri say say bitmez.

Kim derdiki Odunpazarı turizm beldesi olacak. Kim hayal edebilirdi?,

Hayal ediyorum yapıyorum demiş, Eskşehire akın akın ziyaretçiler Eskişehir’i görmeye geliyorlardı..

Hele müzeler anlat anlat bitmez.

SUBAY OLMAK İSTİYORMUŞ

Yılmaz Büyükerşen’in gönlünden hava subayı olmak geçmiş. Ama ilk önce askeri liseye gitmesi gerekiyor. Atatürk Lise ’sinin ortaokul bölümü vardı. Ortaokul kısmından Bursa’daki ışıklar askeri Lisesi için müracaatlar yapılacak. Bursa yakın ya. Bir de kuleli askeri lisesi vardı diyor.. İşte hava hastanesinden askerliğe elverişledir tam teşekküllü sağlık raporları alınacak. Bütün bölümlerden muayene olduktan sonra, bazı eksik bölümler için de Gülhane askeri hastaneden gelen doktorlarda muayenelerini yapar, heyete katılarak imzalar tamamlanır.

ASKERLİĞE ELVERİŞLİDİR

Her şey tamam. Heyet raporu dediğimiz o zamanlar sarı saman kâğıtlar vardır A4 büyüklüğünde... O zamanlar tükenmez kalem falan da yok. Dolma kalemle imza atıldığında, mühür basıldığında mürekkebin dağılması mümkündü. 

FOTOKOP MAKİNASI NEREDE?

Heyet raporu alınca sevinçten havaya uçmuş. Kendisine A5 büyüklüğünde bir kâğıdın içine ortadan katlayarak vermişler. Aman demişler çok dikkat et, kırışmasın. Büyük bir zarfa koyup, PTT’ den iadeli taahhütlü göndersin.

Askerliğe elverişli heyet raporunu büyük bir sevinçle almış. Hastane ile bayat pazarı arasındaki Şair Fuzuli caddesinden hızlı adımlarla yürüyerek gelmiş eve. Evrakı yatağın üzerine atmış. Hemen şu anda sararın olduğu yerdeki köşedeki kırtasiyeden bir zarf almaya gitmiş. Belki yaşı kemale erenler bilir. Hemen yanında da Sabri Kılıçoğlu’nun fırını vardı. Francalalar fırından çıkınca buram buram kokardı. Kılıçoğlu’nun da memlekette mesleği( Üsküp) te de fırıncılık yaparlarmış.

RAPORU DÜŞÜRMÜŞ…

PTT kanalı ile zarf gönderilecektir Ankara’ya. Zarfı kırtasiyeden almış eve gelmiş. Yatağın üzerdeki A5 in kâğıdın içinde var olduğu sandığı heyet raporunu büyük zarfın içine koyup postalayacak. Bir bakmış aaa heyet raporu yok.

Büyükerşen;  o an beynimden vurulmuşa döndüm diyor. O an’a kadar kurduğum hayaller bir anda yerini paniğe bıraktı. Daha 14 yaşlarındayım. 

Her şey tamamdı. Hayallerim havacı subay olmaktı. Amca çocukların hepsi subaydı... Hemen kan, ter içinde Şair fuzuli caddesinin kaldırımlarından başladım yürümeye. Oraları eski tek ve ya iki katlı kofter tuğladan yığma olarak yapılmış evlerle doluydu. Altlarında ise, küçük esnafların dükkânlar vardı. İşte köşedeki pastane yanında kundura imalatçıları, saat tamircileri, terziler, manavlar, simit fırını, çay ocakları, eczaneler, elektrik malzemesi satanlar vs. sıralanıyordu. 

Giderken sağdan, gelirken sol taraftan yürürken kaldırımlara bakıyor aynı zamanda, tek tek dükkânlara girip soruyordum. Heyet raporunu düşürmüşüm, bulup ta belki bir esnafa falan verirmişlerdir diye düşünmüştüm. Her saat akşama kadar Şair fuzuli caddesindeki esnafları tek tek dolaştım… Hani belki bir bulan olup oradaki bir esnafa vermiştir diye düşünmüştüm. Yok, yok yok. Aksilik midir, şansızlık mıdır bu ya. Zaten üç gün müddeti var.

Ama nasıl moralim nasıl bozuk anlatamam. Hayallerimde hep hava pilot olmak geçiyordu.

Gözyaşlarımı tutamıyorum.

Ne yapayım! Aklıma geldi, gittim tekrar hava hastanesine. Nöbetçi bir Dr. Üsteğmen varmış. Durumu izah ettim. Ama nasıl zırlıyorum bilseniz. Bunu bir çaresi yok mu diye!. Hava hastanesinin heyeti tamamda, Ankara Gülhane’den gelip imzayı nasıl atacaklar? Onlar zaten haftanın planlanmış günüde gelip, görevlerini yapıp tekrar gidiyorlarmış.

Heyet raporu o zamanlarda çok zor. Eylül ayı. Okulların kayıtlarının son günü. 7 arkadaş birlikte yola çıkmışlar. 6 arkadaşı Bursa ışıklar askeri lisesine kayıtları yaptırmışlar bile. Başıma gelene bak birader diyor. Olacak, iş mi... Askeri lise o zaman 3 yıl.

Ben yalnız kaldım diyor.

TÜRKİYENİN YOKLUK DÖNEMİ

Yokluklar dönemi. Askeri liselerde ve harbiye de bütün masrafları devlet karşılıyor.  Elbisenden, çorabına kadar.  O zamanlar devlet vardı. Yokluklar vardı. 2.dünya savaşının olumsuz etkileri elbette yansımış.

Tam Bursa askeri ışıklar lisesine kayıt yapacağı zaman sağlık raporunu kaybetmiş. Kısacası, evrakları bulunmuş ama zaman geçmiş. 

Kayıt yaptıramamış.

Ama diyor kafaya takmışım. Şair fuzuli caddesinin gidişteki sağ kaldırımdan yürürken, sağlık ocağının gerisindeki köşede pastane vardı. Yanın da ayakkabıcı. Şöyle vitrinlere de göz gezdiriyordum. O zamanlar şimdiki gibi hazır ayakkabılar yoktu. Zanaatkâr vardı. Kundurayı ayağınızın ölçüsü alınarak, kalıplanarak hakiki deriden ve köseleden yapılırdı... Camdan bakarken vitrindeki alt raflarda sıralanmış kundurulara bakıyordum. Gözlerim üst tarafa doğru gitti ve ne gördüm! Üstte tarafta bir kâğıt parçası. Aaaa bir baktım ki benim hava hastanesinden aldığım ve düşürdüğüm, heyet raporu. İçeriye girdim. Kendimi tanıttıktan sonra kunduracı abiye durumu anlattım. Bunu kaldırımdan yürürken biri raporu bulmuş ayakkabıcıya vermiş, o da, ıslanmasın diye içerden cama yapıştırmış.

Kadere bak diyor. Nasip değilmiş demek ki? Kafamı kaldırıp camlara baksam belki görecektim. Biz, kaderimizi hep kaldırımda aramışız!

Şanssızlık mı, tesadüf mü, kader mi, mukadderat mı? Bilinmez

İçinde kalan ukdelerden biri bu. 

O anları teklemeden anlatıyor. Tekrar, Atatürk lisesine devam etmiş. Hele, lise son sınıftaki bitirme imtihan dönemindeki, sözlü sınav yapan coğrafya öğretmeni olan Vildan hocasını hiç unutmamış.

Soru şu? Amazon nehrinin debisi kaçtır? Beni bilerek ve isteyerek bıraktılar...

Boşta bir yılım geçmesin diye.  Aklıma geldi. Tesadüfün kavşak noktasında belki diyor kader beni bu nedenle gazeteciliğe sürükledi.

Artık kader midir, tesadüf müdür bilenmez. Belki de kuantumun bir oyunudur?

Belki de kader onu yaşamın her takvim yaprağında ödüllendirmek istedi..

Ne dersiniz?