Sanatla toplum ilişkilerini incelediğinizde her iki tarafın da birbirini pozitif ölçüde etkilediğini görürsünüz.

Sanat geliştikçe toplumlar, toplumlar geliştikçe de sanat ileri gidiyor.

Sanattan kastım, popüler kültür değil!

Arabesk müzikle bir neslin ruhsal bunalımlara nasıl sürüklendiği halen akademi tarafından incelenir…

Sözünü ettiğim sanat bu değil elbette…

Sanatın topluma direk etki ettiği kentlerden birisidir Eskişehir…

1999 Yılında başlayan sanat-kent ilişkisi ortaya “Kültür sanat kenti” unvanı alan bir şehir ortaya çıkardı…

Heykellerin şehir merkezini süslediği, heykel müzeleri önünde yüzlerce metre kuyruk oluştuğu bir Eskişehir oluştu.

Şehir Tiyatroları, Şehir Senfonisi ve Şehir Operasının kapalı gişe yaptığı, ülkenin ve hatta Avrupa’nın pek çok yöresinden temsil daveti aldığı bir şehre dönüşüldü.

Ahşap, cam ve pişmiş toprak gibi kentin geçmişteki en önemli sanayi kaynaklarının sanatla birleştiği ve bu sektörlerde sanatsal eserlerin üretildiği bir kent olundu.

“Müzeler bölgesi” olan ülkenin ender şehri ortaya çıktı.

Sırf sanat değerleri üzerine bir “Şehir turizmi” ortaya çıktığını da artık kabul etmeliyiz…

Başta da söyledik, sanat ve toplum iç içe geçtiğinde farklı bir kültür çıkıyor ortaya…

Sokaklarında daha huzurla gezilen, geceleri korkmadan sokaklara çıkılan toplumlar yeşeriyor, tıpkı Eskişehir gibi.

Kısacası;

Bir şehri yönetmek sadece fiziki koşullarını iyileştirmekle olmuyor;

O şehrin sanatla birlikte sosyal dokusunu da güçlendirip, insanını sosyalleştirmekten geçiyor.

Buna rağmen, tüm bu bilimsel gerçeklere rağmen hala ne diyorlar biliyor musunuz?

“Heykel ve tiyatro belediyeciliği bitsin”

İşte bunu diyenler, belediyeciliği sadece su kartındaki suyun hiç bitmemesini sağlayacak bir yönetim biçimi istiyor.

Varsın heykel olmasın, varsın estetik olmasın ama eve gittiğimde arabayı da, halıları da şakır şakır ve içme suyu kalitesindeki suyla yıkayayım.

Vizyon bu kadar olunca, söyleyecek laf bulamıyorum.

O yüzden yazıyı burada bitiriyorum.

***********

KADININ GÜCÜ!

Geçtiğimiz günlerde Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç ve Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Sarar Fabrikası ziyareti gerçekleştirdi.

Çalışanların çoğunun kadın olduğu fabrikada emekçilerle buluştular.

Bu yüzden belediyelerinin kadınlar için yaptığı proje ve hizmetlerin daha çok konuşulduğu bir buluşma oldu.

Tepebaşı’nda kadınlar için zaten yıllardır süren bir çaba var.

Ataç’ın ilk olarak Fevzi Çakmak’ta başlattığı daha sonra tüm ilçeye yayılan belde evleri ile kadınlar evlerden çıktı.

Kurslar aldı, eğitimler gördü.

Sonrasında ürettiklerini kazanca dönüştürmeye başladılar.

Böyle olunca proje bir anda ülke genelinde ilgi görmeye ve diğer şehirlerde de uygulanmaya başlandı.

Kırsaldaki üreten kadınlar ha keza…

Sunulan imkânlarla artık kadınlar daha çok üretiyor, daha çok kazanıyor, daha çok toplumla, ticaretle iç içe oluyor.

Odunpazarı ise, son 10 yıldır bu konuda bir atak içinde…

Kazım Kurt yönetimi ile birlikte bugüne kadar hizmet görmemiş kenar semtlere sosyal projeler getirildi.

Bunların en önemlileri arasında Halk Merkezleri var.

Odunpazarı bölgesindeki kadınlar da yine bu merkezlerde üretmeye başladı.

Kadın, iş hayatına katılıp daha çok istihdam edilir hale geldi.

Konuyla ilgili Başkan Kurt’un söylediği bir cümle tüm bunların değerini açıkça ortaya koyuyor…

Şunu diyor Başkan Kurt;

“Halk Merkezlerimizle kadınlarımız özgürleşti.

Kadınlarımız özgürleşince çocuklarımız da özgürleşti.

Sosyal belediyecilik anlayışımız ile hayata geçirdiğimiz projelerde önceliğimiz kadın ve çocuklar oldu.”

Kısacası;

“Kadınları mutlu olan bir Eskişehir ortaya çıktı.”

Bu yüzden de seçimin sonuçlarını da belirleyen kadınlar oldu.

Öyle görünüyor ki kadının gücü sandığa yine yansıyacak…

Hele bir de kadın bir büyükşehir adayı varken…