Yıllardır sorunlarımız bitmiyor. Dış ve iç politik açmazlar, ekonomik dengesizlikler, adalete olan güvenin azalması, cahil sayısında artış, sağlıksız insanlar, suç oranlarının artması, aile bağlarının zayıflaması, toplumsal ve milli bilincin azalması, spor ve sanattan uzak kalma, üretimin zafiyeti gibi çok sayıda alanda sorun dağları sıralamamız mümkün…
Kimileri gidişatın son derece iyi kimileri çok kötü olduğunu söylüyor. Bir tarafta lideri için canından vazgeçeceğini söyleyenler, diğer tarafta kurtarıcı bekleyenler…
Çağımız bilgi çağı, istatistiki verilere ulaşmak son derece kolay. Bu nedenle de ülkemizin durumunu çok kolay değerlendirebiliriz. Bilimsel veriler doğrultusunda baktığımızda ülkemiz dünya ölçeğinde geri kalmış ülkeler grubunda. İthalatın ihracatın önünde olması, her yıl 50 milyar dolara yakın cari açık, 600 milyar dolara yakın dış borç, değer kaybeden Türk lirası, tarımda bile dışa bağımlı halde bulunma, 100 binden fazla insanın cezaevlerinde olması, 50 milyona yaklaşan alacak-verecek dosyaları, kişi başı yılda sadece 15 kg et tüketebilme (Avrupa'da kişi başı 125 kg), dünyanın en düşük asgari ücret seviye grubunda olma, kitap okumada çok düşük oranlar, okul çağındaki çocukların matematik ve Türkçe derslerindeki yetersizlikleri, sanattan/spordan fersah fersah uzak olma, üretim yerine tüketim kültürünü benimseme, milli tarih ve milli dil bilincinden kopma noktasına gelme, ortak bir vatandaşlık kültüründe buluşamama, gerçek amacından kopmuş medya, bireysel menfaatleri milli menfaatlerinden önünde tutma… Başka unsurları da ekleyebiliriz…
Böyle bir yapıda ülke insanının çoğu siyasilerden medet umuyor; Ortaçağ'daki gibi bir kurtarıcı bekliyor… Gerek iktidar gerek muhalefet çözümün, kurtuluşun siyasilerde, hükümetlerde olduğu kanısında. Bu bekleyiş ve kanı nedeniyle de çözümden, toplumsal refahtan uzağız, dertlerimize dert ekliyoruz…
Oysa ki; çözüm hükümetlerde ya da kurtarıcılarda değil; millettedir/halktadır… Siyasiler ve liderler mercektir, halkın ışığını toplayıp gelişim ateşlerini yakan merceklerdir. Halkta ışık olmadıktan sonra siyasilerden ve liderlerden ateş yakmalarını beklemek safdilliktir… Büyük liderler çıkarıp, büyük gelişmelere öncülük eden milletlere baktığımızda da temel ışığın o milletlerin insanlarında olduğunu görürüz. 'İnsanlar layık oldukları gibi yönetilirler' önermesi tesadüfi ya da laf olsun diye öne sürülmüş bir önerme değildir…
Geri kalmış ülkelerin hemen hemen hepsi lider odaklıdır. Bu antirasyonel yaklaşım siyasilere olduklarından daha fazla bir güç atfederken, gerçek gücün sahibi milleti/halkı pasifize etmektedir. Bu anlayış tam manasıyla tam bir yabancılaşma/putlaşmadır; güçlüyü güçsüz olarak nitelemektedir…
Çözümün kaynağı millettedir/halktadır; çözüm milleti oluşturan her ferdinin kendisini düşünsel, ruhsal, bedensel, ahlaki yönden geliştirme çabasındadır. Sistem de bunu göre şekillenmelidir. İşçiler, memurlar, öğrenciler, doktorlar, avukatlar, ev hanımları, yaşlılar, gençler, çocuklar, bilim adamları, öğretmenler, çiftçiler daha onlarcasının kurtuluşu her birinin bağımsız ve özgür birer birey olarak üretimin içine, sanata/bilime/kültüre/spora/ülke sorunlarına/milli menfaat süreçlerine dahil edilmeleridir. Ev hanımları evlerde kaliteden/rasyonaliteden uzak tv programlarının karşısında sağlıksız yiyecekler tüketerek vakit geçirmek yerine daha iyi çocuk yetiştirmek için kitap okumalı, vaktince imkanları dahilinde kültür-sanat-sporla ilgilenmeli; gençler aktif bir şekilde spor yapmalı, dünyayı takip etmeli, çok okumalı ve ülkelerini geliştirmek için yapacakları hususunda çevreleri ile etkileşim halinde olmalıdırlar. İşçiler, memurlar, çiftçiler ve diğer meslek temsilcileri mesleklerinin gerektirdiği ahlaki sorumlulukla çalışmalı, ülke insanına daha nasıl faydalı olabileceklerini sorgulamalı, kültürel ve mesleki gelişimleri için okumalıdır. Bilimadamları dünya genelinde makaleleri ile dikkat çekmeli, kurdukları teorileri ülke üretim süreçlerine çekmeyi başarmalıdır. Aileler, çocukları hususunda çok hassas ve bilinçli olmalı; onların beyin, kalp ve ruh tarlalarını boş bırakmamalıdır; yoksa bu tarlalarda yetişecek olanlar bereketli ürünler değil, yabani otlar olacaktır. Bunun için de tüm aile bireyleri çalışmanın, okumanın ve insani değerlerinin kutsallığında amaç birliği içinde olmalıdır. Siyasiler şahsi menfaatlerini değil, toplumun menfaatlerini ön plana almalıdır. Toplumsal kalkınmanın yolunu açmak, rantı değil üretimi desteklemek, tüm toplumun eğitimli bireylere dönüşmesi için kaynakları seferber etmek siyasilerin temel amacı olmalıdır. Öğretmenler, toplumu aydınlatan kutsal ışıklar oldukları bilinci ile çocukların ve gençlerin içindeki gelişim ateşini yakmayı başarmalı; bedensel, düşünsel, ruhsal, milli ve ahlaki alanlarda çocuk ve gençlerin gelişimini sağlamalıdır. Sanatçılar sanatı sokağa çekmelidir. Kenar mahallerde bile şiirler okunmalı, güzel müzikler dinlenmeli, resim , karikatür vb. sanat eserleri günlük hayatta olmalı, tiyatro ve konser salonları uygun imkanlarla toplumun tüm sınıflarını birleştirmelidir. Ülkenin her vatandaşı spor/bilim/kültür/sanatla imkanları dahilinde buluşmalı ve hayatında onlara yer vermelidir. Temel sağlık/beslenme/eğitim devlet kontrolünde politikalarla sağlanmalıdır. Ordu her daim güçlü olmalı, ordu ile halkın bir bütün olduğu unutulmamalı, paralı ordu gibi emperyalizmin safsataları söze bile gelmemelidir. Ülke üretim seferberliğine sevk edilmeli, kazanılan para da halkın düşünsel/ruhsal/fiziki yararına kullanılmalıdır…
Ancak; böyle bir yapıda cumhuriyetin kalkınma fitili ateşlenir; ülke 'zambaklar ülkesi'nden daha güzel olur, millet düşünsel/ruhsal/bedensel/milli/ahlaki açıdan gelişir, bu yolda başarı ile çalışan siyasiler söz ve itibar sahibi olur, sorunlar yok denecek kadar azalır…
Hep beraber ateşleyelim mi bu 'kalkınma, refah ve bağımsızlık fitili'ni?