Ramazan ayı başlayınca toplumun huzurunu bozan açıklamalara şahit oluyoruz.
Bir yerlerden düğmeye basılmış gibi gelişiyor her şey…

Millet olarak dini hususlarda iyi bir sicile sahip olmadığımızı düşünenlerdenim.

Cahillik, gösteriş, reklam, samimiyetsizlik vb. paçalardan akıyor.

Oysa böyle olmamalı. Samimi Müslüman, bu dünyevi hastalıklardan uzak durmalı.

Zaman zaman ve özellikle ramazan ayında vatandaşların dini duygularını küçümseyen, aşağılayan, ayrıştıran, ötekileştiren kişi ve kurumlardan çok çekti Anadolu insanı.
Çekmeye devam ediyor.

Toplumu bölen, ayrıştıran, kutuplaştıran tartışmaların kime ne yararı var? Son yıllarda yeteri kadar kutuplaştırıldığımızı yeri geldiğinde ifade etmiyor muyuz?

Toplumun tamamını ilgilendiren salgın koronavirüs hastalık sürecinde dahi bir araya gelemiyor, birlik ve dayanışma içerisinde olamıyoruz. Yazık bize.

İçinden geçtiğimiz bu zor günlerde işini kaybetmiş geçim zorluğu yaşayan,aylardır işyeri kapalı vatandaşlarımızın yaşamını kolaylaştıran yardımlar üzerine başlayan tartışmaları ibretle izliyoruz. 25 Yıllık aşevlerinin faaliyetlerinin durdurulması.

Ne adına. Hangi gerekçeyle. 'Sen yapamazsın yetkin yok.Ben yaparım…vs.' gibi sevmediğimiz cümleleri duyunca üzülüyoruz.

Yeri de geldi mi 'Hayırda yarışın' diyen bir inancın temsilcileri oluveririz (!). Ama görüyoruz ki hepsi lafta.

Bir dilim ekmeği, bir tas çorbayı kimin verdiği değil; kime verildiği önemli oysaki!

Yazımıza başlık olarak aldığımız asıl konuya gelelim.

Diyanet İşleri Başkanlığı ile Ankara Barosu arasında başlayıp yargıya taşınan polemik.

Baştan söyleyeyim Diyanet İşleri Başkanlığının birçok kararını, fetvasını onaylamasam da en son Ankara Barosu ile yaşadığı tartışmada destekliyorum. Yaptığı doğrudur.

Ramazan ayı iklimine uygun olarak hazırladığı Cuma hutbesinde geçen Kuran'ı Kerimdeki bir ayet üzerine Ankara Barosunun yaptığı basın açıklaması kabul edilemez. Yanlıştır.

Bir milletin inanmış olduğu değerleri aşağılamak kimsenin haddi de değil Ankara Barosunun görevi hiç değil.

Diyanet İşleri Başkanı hazırladığı hutbede, evrensel İslam inancının ilkeleri üzerine bir hutbe kaleme almıştır. Bundan daha doğal ne olabilir?

Keşke Diyanet İşleri Başkanlığı inancımıza tersolan 'zinayı serbest bırakan kanun maddesi çıkarıldığında','domuz eti satılması yasal güvenceye kavuştuğunda', iftar sofralarında papazlar dua ettiğinde…vb.'günlerde deaçıklama yapıp evrensel dinimizin inanç esaslarını ortaya koysa idi.

İçimde hala yaradır. Yeri geldiğinde çiçek, böcek Cuma hutbeleri yayınlayan Diyanet, Ülkemizin ve Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü 10 Kasım'da,23 Nisan'da 29 Ekim'de,30 Ağustos'ta Cuma hutbelerinde neden hatırlayıp hayırla/rahmetle yaad etmiyor?
Hala anlamış değilim.

Ancak Baroyla girdiği bu polemikte destekliyorum. Ankara Barosu üzerine vazife olmayan bir konuda açıklama yaparak kendisine duyulan güveni zedelemiştir.Dolayısıyla kamuoyundan özür dilemelidir.

Elbette İslami konular kamuoyunda konuşulmalı ve gerektiği ölçüde tartışılmalıdır. Ancak, inancımızın değişmez kurallarını Kuran ayetlerini tartışma konusu yapmak kime ne fayda sağlar!

Evet…Ramazan mevsimindeyiz. Ömür saati çalışıyor. Günler birbirine nazire yaparcasına geçip gidiyor.Koronavirüs her gün bir değerimizi koparıyor hayattan.
Bu satırları yazarken toplumun yakından tanıdığı İlahiyatçı-Program Yapımcısı Ömer Döngeloğlu'nun virüs nedeniyle hakka yürüdüğünü öğrendim. İyi bir insandı.

Her ramazan ayı geldiğinde Ömer Hoca yapmış olduğu televizyon programları ile kendine has tarzıyla Hz. Peygamberimizi, Mekkeyi, Medineyi, Ehl-i Beyti, Kerbela'yı, Ramazanı, Orucu, İftarı, Sahuru gözü yaşlı anlatırdı.

Allah rahmet eylesin.

Hepimiz bu dünyaya geçici bir süreliğine misafir olarak geldik ve Allah her birimize 'ömür' dediğimiz bir sermaye vermiş. Hepimiz bu ömür sermayesini tüketmeye,tüketirken de imtihan olmaya geliyoruz aslında.

Çünkü iman ediyoruz ki ebedi sonsuz bir hayat var. O sonsuz hayatı kazanmanın yeridir dünya…

Ancak, dünyada, hayatın akışı içerisinde bazen kendimizi ihmal ediyoruz, kalbimizi ihmal ediyoruz, kardeşimizi, dostumuzu ihmal ediyoruz. Dünya hayatını bir gayeye dönüştürüyoruz bazen.

İşte Ramazan her sene bize dünya hayatının bu akışına teslim olmamayı öğretmeye geliyor. Bizi değiştirmeye geliyor. Bizim kalbimize, yüreğimize çöken kötülükleri ortadan kaldırmak için geliyor.

İnsanoğlunun barışı inşa etmek için geldiği dünyayı nasıl yaşanmaz hale getirdiğini hep birlikte virüs sayesinde acı acı izliyoruz.

Bugünlerde umarım koronavirüs bizi biraz kendimize getirerek kaybettiğimiz değerlerimizi hatırlamamıza vesile olur. Meğer ne güzel geleneklerimiz, göreneklerimiz varmış diyebiliriz.
Özetle küresel siyasetin günahları dağ gibi önümüzde duruyor. Yarın neler olacak bilmiyoruz.Ama şunu çok iyi biliyoruz bu ramazan iklimi, gönül coğrafyamızda esaslı bir iç muhasebe yapmanın tam da zamanı.