Atalarımızdan bize yadigâr, yazılı ve dahi yazılı olmayan kuralların tümüdür Türk Töresi…

Kişisel disiplini bir otoriteye sadık kılan, beşerin Türk toplumu içinde yerini kurallarla belirleyen, kültürümüzün en ince yapılarından, ayar taşlarından biridir Türk Töresi…

Her daim güçlü olan, muzaffer kılınan Türkün ordusu örnek verilebilir…

Türk Töresinin belki de en ayrıştırıcı, hayranlık uyandırıcı özelliklerinden bazıları ise nizamı sağlamak, huzuru tamam etmek için ayyaşlığı, berduşluğu, serseriliği, cahilliği, tembelliği vb. erdemsizlikleri göz açtırmaması hatta töre dışına itmesi denilebilir…

Türk Milletinin İslam’ı kabulünden sonra ise en büyük zenginliklerinden biriside şüphesiz Türk-İslam kültürü olmuştur…

Bu kültür ile Türkler, yüzyıllardır hâkim olduğu coğrafyalarda, ahengi sağlayarak hâkimiyetinde ki tüm toplumların tartışmasız düzenini, nizamını sağlamıştır… Bu durumu yakın tarihte yapmış olduğum Mısır seyahatinde de çok net gördüm… 

Unutmayalım, Türk töresi, Türk-İslam kültürü bizim şan, şeref, asalet, adalet dolu gerçeğimiz, ocağımız aynı zamanda gurur duyacağımız geçmişimizdir…

Ve dahi gelecek nesillere töremizi, tarihimizi ve dahi kültürümüzü aktarmak, onarın hayatına tatbik etmelerini sağlamak boynumuzun borcudur/olmalıdır…

Atalarımızdan bizlere kalan manevi miraslarımızı, en büyük sermayelerimiz olan evlatlarımıza aktarmak, onların vatan, millet, bayrak, Kur’an, töre, kültür, yardımseverlik, sevgi, saygı, aile ve dahi inanç değerlerimizi güçlendirecek, doğruyu gösterecek, geleceklerini aydınlatacaktır…

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Eğer bir millet büyükse kendisini tanımakla daha büyük olur’ şiarı kulaklara küpe olmalıdır…

Hiç öte gitmeyelim, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatinde ‘Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...’ demektedir.

Türkün töresi,, Türk-İslam kültürü ile yoğrulduğunda türlü türlü yardımlar, sadaka, sadaka taşları, dayanışma, yitik taşları, dinlenme taşları, hamal taşları, binek taşı, misafir taşları, zimem (fukara) defteri, imece, kuş yuvaları, misafir evleri vb. Türk-İslam kültüründe yüzlerce dayanışma örneğini dünyaya örnek olarak sunduğumuzu görebiliyoruz…

Bu minvalde imkânlarımız dâhilinde bu töreyi, kültürü yaşatarak imkânlar dâhilinde yardımsever bir birey olmak mümkün…

YARDIMSEVER İNSAN OLMAK HİÇTE ZOR DEĞİL…

Yardıma muhtaç kişilere, yoksullara, düşkünlere, ihtiyaç sahiplerine, vakıf vb. kurumlara iyilik ve yardım etmeyi seven kişiler olarak adlandırılabilir…

Unutmayın: İyi bir insan, başkalarının ihtiyaçlarına duyarsız kalmayan insandır…

Yardımseverliğe aracı olanlar, dernek ve/veya vakıflar yardıma muhtaç kişilerle imkânı olanların arasındaki bağı güçlendiren, denge ve huzuru bir nebze olsun sağlayan yegâne unsurdur… 

Nisa suresi 36. Ayette ‘Allah’a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez.’ Buyuruyor…

Yüce dinimiz İslam, biz Müslümanları yardımseverliğe teşvik ediyor… Lakin yardımların ihtiyaç sahiplerini incitmeden yapılmasını da tembihliyor…

Hz. Muhammed (S.A.V) mal ve servet biriktirmekten uzak durmuş, malını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmıştır… Peygamber efendimiz, birçok ahlaki erdemde insanlığa örnek olduğu gibi yardımseverlikte de örnek olmuştur... Bir gün Hz. Peygamberin evinde bir koyun kesilir… Hz. Aişe (R.A) koyunun ön kolu hariç kalan kısmın tamamını komşularına dağıtır… Hz. Muhammed (S.A.V) eve geldiğinde ‘Koyundan ne kadar kaldı?’ diye sorar… Hz. Aişe (R.A) ona, ‘Koyunun şu ön kolu hariç hiçbir şey kalmadı.’ Cevabını verir… Bu cevaba karşılık Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurur: ‘(Demek ki) ön kolu hariç tamamı bize (sevap olarak ) kalmıştır.’

         Bizlerinde imkânlar dâhilinde yardımseverliği bir kültür, ahlak haline getirmesi, sağ elin verdiğini sol elimize dahi göstermeden ihtiyaç sahiplerine yardım etmesi elzemdir diye düşünüyorum…

Unutmayın, yardımseverlik bencilliğin yegâne düşmanı, duyarlı ve cömert insan olmanın dostudur…

Gelin Hoca Nasreddin’e kulak verip bu bahse bir virgül koyalım;

ADAM OLMAK…

Bir gün Hoca’nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar: ‘Hocam, adam olmanın yolu nedir?’

Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak, ‘Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli’ demiş…

Ves’selam…