Eğitim Uzmanı İsmail Kaymak'ın yazısı...


Yüce Allah, hayatı ve ölümü imtihan için yani kullarının nasıl davranacağını ölçmek ve kendisine en güzel kulluğu kimlerin yerine getireceğini ortaya çıkarmak için yaratmıştır. Dünya bir imtihan yeridir ve herkesin imtihanı da kendisine göre zordur. Her insan diğerine göre daha fakir, daha mutsuz, daha sağlıksız ve daha sıkıntılı olabilir. Ama yine aynı insan, bu defa bir başkasına göre daha huzurlu, daha donanımlı, daha varlık ve sağlıklı olabilir. Bunların hepsi imtihan sorularını belirler. Soruların zorluk derecesi de ödülün büyük ve nimetlerin bol verilmesini sağlar.

Herkesin imtihanı kendine göre çetindir. Kimisi malıyla veya fakirlikle, kimisi eşiyle veya çocuğuyla, kimisi hastalıkla, kimileri de duyu organı veya başka bin uzuv eksikliğiyle imtihan edilir. Yüce yaratıcı zalim olmadığına ve kulları arasında haksızlık yapmayacağına göre imtihan sorularının zorluğunu, vaat ettiği ödül ve başkalarının sahip kılmadığı nice nimetlerle dengeler. Allah'a ve ahiret gününe inanan bir Müslümana düşen görev, bu gerçeğin bilincine erip muhatap olduğu sınavı başarıyla verebilmeye odaklanmak olmalıdır.

Engelli olmak da imtihanın bir yansımasıdır. Esasen herkes her an engelli olabilir. Tedbirsizlikler, hastalıklar, kazalar ve doğal afetler engelli olma sonucunu doğurabilir. Yüce Allah, bir kısmını tahmin edebildiğimiz ama pek çoğunu bilemediğimiz sebeplerle insanların bir kısmının engelli olmasını murat etmiştir. Sebebi ne olursa olsun engelli olmak, şu dünya hayatının görmezden gelemeyeceğimiz ve kaçınamayacağımız gerçekleri arası yer almaktadır. Böyle olduğu içindir ki, peygamberlerin, sahabenin, alimlerin ve salihlerin bir kısmı da engelli doğmuş veya sonradan engelli hale gelmiştir. Öyleyse insana düşen görev, engelli olmanın psikolojik baskısı ezilip kötümser olmak değil, onunla yaşamayı bilmek ve onu yönetebilmektir.

Bilinmelidir ki asıl engellilik, gözleri sağlıklı olduğu halde doğruyu görememek, kulakları duyar olduğu halde hakikati duyamamak, dili konuşur olduğu halde gerçeği ifade edememek ve eli-ayağı tutar olduğu halde amel-i salih işleyememektir. Gerçek bu olduğu içindir ki, Kur'an-ı Kerim'de asıl sağır, kör ve dilsizlerin, Allah'ın gösterdiği ve peygamberlerin çağırdığı hayat veren hakikatlere karşı kör ve sağır olanlarla İman ve İslam'ı kalpleriyle tasdik, dilleriyle ikrar ve azalarıyla ispat edemeyenler olduğu vurgulanır; 'İşte onlar/inkarcılar hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kar getirmemiş ve sonuçta doğru yolu bulamamışlardır. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden artık hakka dönmezler.(Bakara,2/16,)'

Engelli olmak mükellef yani din ve hukuk karşısında sorumlu sayılmayı ortadan kaldırmamaktadır. Ayrıca engellilik bazı hükümlerde bir ruhsat yani yükümlülüğü azaltma ya da hafifletme sebebidir. İslam herkesin gücü ve imkanıyla orantılı olarak sorumlu olacağı kuralını getirmiş ve bir kişiye gücünün üstünde bir yük yüklenemeyeceğini belirtmiştir: 'Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır...(Bakara,2/286)'. Buna göre herkes gücü ölçüsünde mücadele etmekle ve sorumluluklarını yerine getirmekle sorumludur. Bununla birlikte bir imtihan olan engellerimiz, Allah-ü Teaala'ın yaratılıştan her insana verdiği onur ve saygınlığa herhangi bir zarar vermemektedir. AllahüTeala engelli kullarının incitilmemesine o kadar önem vermektedir ki bu konuda peygamberlerini bile uyarmıştır.

Günün Duası:
'Allah'ım! (haktan) ayrılmaktan, ikiyüzlülükten ve kötü ahlaktan sana sığınırım.'
(Ebû Davûd, 'Vitr', 32)