Şube Müdürü Feyzullah Selvi'nin yazısı...


İnsan, beden ve ruh olmak üzere iki özden, özünde de iyi olarak yaratılmış sosyal bir varlıktır. Zira insanoğlu fıtrat üzere mana yönü ahlakî olgunluğa yatkın bir kıvamda varlık sahasında mükerrem bir numune olarak yerini almıştır. İnsanın özündeki bu iyiliği ve şerefli kılınışını muhafazası da, maddî ve manevî tarafıyla mutedil (ölçülü, dengeli), bununla beraber maddî yönünden çok manevî tarafına uygun yaşantı sürmesine bağlıdır. Bu da, hiç şüphe yok ki İslam'a uygun, Müslüman kimliğine yakışır bir yaşayıştır. Kur'an-ı Kerim bunu, her türlü ifrat ve tefritten uzak, adil, dengeli bir toplum, 'vasat bir ümmet' kılınış olarak ifade eder (Bakara, 2/143).
Allah'ın insana akıl, irade, hürriyet ve kudret bahşetmesi, insanın, kabiliyetleri, maddî, manevî ve aklî melekelerle temayüz ederek ebedi saadete ulaşabilecek şekilde donatılması birer nimettir. Böyle bir donanıma sahip olan insanıntarih serüveninde maneviyat sürekli var olmuş, onun yaşam fiillerine tesir etmiş temel bir olgudur. Bu olgu, insanın bireysel veya toplumsal hayatta kendini gerçekleştirmesi, iç huzuru dengeleyebilmesi için olmazsa olmaz iç dinamiklerdendir. Çünkü maneviyat ya da din duygusu Kur'an'ın ifadesiyle fıtrattan/yaratılıştan gelen (Rûm, 30/30) duygudur. Ne zaman ki bu duygu zayıflamış, insanın iç alemine etkisi azalmış, o zaman insan için artık ferdî ya da sosyal planda iç savaşların fitili ateşlenmeye başlamıştır.
Maneviyat,insanın adeta genlerine işlemiş öyle bir gıdadır ki, bireyin ruh ve beden sağlığını korurkentoplumların da yaşamını etkileyen, kültürünü şekillendiren faktör olur. Dini değerlerden güç alan kimseler; kişiliği güçlü, kendisiyle ve toplumuyla barışık bir hayat süren, her halükarda yaşamdan zevk almasını bilen, kaderiyle barışık yaşayan bireylerdir. Bunu şu misalle biraz açalım. Bir belgeselde, Filipinler'de yaşanan bir tsunami felaketinde herşeyini kaybetmiş bir gencin: 'Tanrı, bu felaketin altından kalkabilecek güçte olduğumuz için bunu bize verdi. Yoksa bu afeti bize vermezdi.' Sözündeki bu metanetini, teslimiyetini manevi hayatın aydınlığında aramak gerekir.
Öte yandan manadan uzak bir hayat süren günümüz insanı da, nice kalabalıklar içinde yapayalnız bir birey, böyle bireylerden müteşekkil sosyal yapı da sadece yığınlardan ibarettir. Bugün moderniteyeram olmuş bireylerin hazzın esiri, hızın müptelası olduğu hepimizin malumudur. Şöyle ki 'eşref-i mahlukat iken,sekülerleşen pek çok birey, içki, uyuşturucu, teknoloji, bireysel nitelikli şiddet ve intihar bataklığında debelenip kalmakta, yalnızlığın çağdaş köleleri olupsayılan ahlaki sorunları derinden yaşamaktadır. Yine, sekülerizmin dayattığı hayatı benimseyen bireyler, çok küçük menfaatler karşısında,korunması mukaddesattan bilinmesine rağmen gözünü kırpmadan en yakınlarının canına, hatta kendi canına kıymakta, adeta birer caniye dönüşmektedir. Bu tür bireylerin oluşturduğu toplumlarda ise, aile yapılarının yozlaştığı, kürtajın yaygınlaştığı, cinsel nitelikli sorunların önünün alınamadığı, insanların yerine silahların konuştuğu, savaşların dindirilemediği, bu problemlerin küresel boyut kazanmış olduğuna sağduyu sahibi herkes tanık olmuştur.
Netice itibariyle, insanoğlunun yaşadığı bireysel veya sosyal buhranların çözümü onun mana yönünün desteklenmesiyle gerçekleştirilebilecektir.

Günün Duası: 'Allah'ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum' (Müslim, Dua, 72; İbnHıbban, Ed'ıye, No: 900).