İyilik, istenilen, beğenilen, yarar sağlayan; başka bir ifadeyle ise karşılık beklemeden yapılan davranış, lütuf, ikram ve yardımdır. Dinimizde iyilik; hayır, ihsan, lütuf, fazl, kerem, ma’ruf gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Günlük yaşantımızda iyiliği ifade etmek için daha çok “hayır” kavramı kullanılmaktadır.
Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle iyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman etmektir. Sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, yardım isteyen ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcamak, namazı dosdoğru kılıp zekâtı vermek ve verilen söze sadık kalmaktır. Darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabretmektir (Bakara 2/177). Bu ayette Rabbimiz iman, İslam ve ihsan kavramlarını bir bütün olarak hayatımızda uygulamamız gerektiğini tavsiye ederek bizlere güzel ahlaka, iyiliğe ulaşma bilincini ve yöntemlerini göstermektedir. Bu bilince sahip olabilmek için iyilik yaparken kişisel fayda ve menfaat beklenmemelidir.
Rasulullah (s.a.v.) ise iyilik ve kötülüğün ne olduğunu soran kimseye şu hadisi ile cevap vererek iyiliğin tanımını insanın kendi irade ve vicdanına bırakmıştır: “…İyilik, gönlünü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir. Kötülük ise gönlünü huzursuz eden ve içinde kuşku bırakan şeydir; velev ki insanlar başka şeyler söylesin” (Dârimî, Büyû’, 2).
İyi insan olabilmek ve iyilik yapabilmek güzel ahlakı benimsemekle mümkün olur. Rabbimiz insanı yarattığı tüm varlıklardan farklı olarak güzel ahlak ile donatmıştır. “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” (İbn Hanbel, 2, 381) diyen Peygamber Efendimizi Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de; “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” (Kalem 68/4) ayetiyle övmüş ve Rasulullah’ın ahlakını bizlere ilahi bir referans olarak göstermiştir. Rasulullah (s.a.v.), “İyilik güzel ahlaktır…” (Müslim Birr, 15) buyurarak iyilik ve güzel ahlakın iç içe olduğunu ve dinimizin özü olduğunu ifade etmiştir. Kur’an-ı Kerim olgun müminleri; zor günlerde yoksulu doyuran, birbirine doğruyu tavsiye eden, Allah’ın koyduğu sınırları aşmayan, kötülüğe yaklaşmayan, cana kıymayan, emaneti koruyan, özü sözü bir olan, ana-babaya, akrabaya ve komşuya güzel davranan kişiler olarak nitelendirmektedir.
Güzel ahlakı korumak, hem Rabbimizin emridir hem de toplum hayatını sürdürmenin ve insanlık onurunu yüceltmenin bir gereğidir. İyilik yapmak sadece maddi imkânlarla sınırlı değildir. En güzel ahlaka sahip olan Peygamber Efendimizin hayatına baktığımızda doğruluğun, yardımlaşmanın, sabrın, güvenilir olmanın, fedakârlığın, birine samimiyetle gülümsemenin, insanlara zor zamanlarında destek olmanın, affedici olmanın ve dua etmenin de iyilik olduğunu ve güzel ahlakın bir göstergesi olduğunu görmekteyiz.
Sonuç olarak; toplumların huzur ve barış içinde yaşaması için iyilik ve güzel ahlak anlayışının Rasulullahı örnek alarak yaygınlaşması gerekir. Bizler, “…Hayır işleyiniz ki kurtuluşa eresiniz” (Hac 22/77) düsturu ile başta kendimiz ve ailemiz olmak üzere uzanabildiğimiz her yere ahlakımızın ve inancımızın bir gereği olarak iyiliği ulaştırma çabası ile yaşamalıyız…
Sezen KONUK
Din Hizmetleri Uzmanı
MEAL OKUYORUM
“Ey iman edenler! İçki, kumar, tapınmak ve putlara kurban kesmek için dikilen taşlar, fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”
(Maide 5/90)
HER GÜNE BİR HADİS
İnanarak ve karşılığını Allah'tan umarak Ramazan gecelerini namaz (teravih) kılarak ihya eden kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.
(Müslim, Salâtül-müsafirin, 173)
GÜNÜN DUASI
Dâvud A.s’ın Duası:
Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!” (Tirmizî, Daavât 73)
BİR SORU-BİR CEVAP
Sahur yemeğinin dindeki önemi nedir?
Sahur yemeği, oruç tutacak kişilerin imsak vaktinden önce gece yedikleri yemektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) sahura kalkmış ve bunu ümmetine de tavsiye etmiştir (Buhârî, Savm, 19, 20). Resûl-i Ekrem(s.a.s.), sahur yemeğinde “bereket” (Buhârî, Savm, 20) olduğunu ifade etmiş ve sahur yemeğinin, müslümanların orucu ile ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli farklardan biri olduğunu belirtmiştir (Müslim, Sıyâm, 46). Onun sahurla ilgili söz ve uygulamalarından hareketle fakihler, sahura kalkmanın ve sahuru geciktirmenin sünnet olduğunu söylemişlerdir (Kâsânî, Bedâî’, II, 105)
(Fetvalar, DİB Yay. syf. 266)