'Aldırmak' kavramı, mecaz anlamıyla dilimizde 'Önem vermek, değer vermek' olarak kullanılıyor. 'Kayda değer bulmak, olumlu ya da olumsuz hemen etkilenmek; bunu herhangi bir şekilde belli etmek' anlamıyla da sıkça kullanırız. Bu çerçevede gündelik hayatımızda hepimiz, belli şeyler oluyorsa da aldırıyoruz olmuyorsa da aldırıyoruz.
Keşke bazı şeylere 'Adam aldırma geç git' diyebilsek. Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936)'un
'Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!' ifadesini keşke içimize sindirebilsek.
Karacaoğlan (17. YY)'ın 'Gamlanma Gönül Gamlanma' koşmasının sonunda dediği gibi yapabilsek keşke:
'Naçar Karacaoğlan naçar
Pençe vurup göğsün açar
Kara gündür gelir geçer
Gamlanma gönül gamlanma'
Meselenin farklı bir boyutu da Sabahattin Ali(1907-1948)'nin deyişinde şöyle:
'Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma'
Evet; böyle diye diye kendimizi teselli ettiğimizi sansak da gönül aldırıyor…
Gelim şimdi siz karar verin bakalım.
Hal ve şart ne olursa olsun kendisine söz söyletmeyenlere nasıl aldırmayalım. Hayat yolunda eline geçirdiği gücü ezici bir tavırla karşısındakini kullanana nasıl aldırmayalım. Aldırış etmeyenleri önem vermeyenlere, umursamayanlara nasıl aldırmayalım.
Her an gönül yaralayan, kalp kıran, üzüntü veren sözlere aldırmayalım mı? Biz karşı çok üzücü bir davranışta bulunanlara, bizi gücendirenlere aldırmayalım mı? Gönüllü gönülsüz yaptığı işlerle başımıza çorap örenlere aldırmayalım mı? Hatır belasına yaptıklarımızın pişmanlığına yanıp da aldırmayalım mı?
Siz de gündelik hayatınızda bu saydıklarımın ve daha da fazlasının örneklerini ziyadesiyle yaşamış olabilirsiniz. Bakalım biraz daha hele gönül nelere aldırıyor:
Ağırdan alıyorlarsa bir işi gönülsüz, isteksiz yapıyorlarsa gönül aldırıyor. Alçak gönüllü olduğumuz anlaşılmıyorsa gönül aldırıyor.
Büyüklenenler, kendini yüksekte görenler, tevazu göstermeyenler, kibirlenenler karşısında gönül aldırıyor. Azı çoğa tuttukça (saydıkça) enayi yerine konuluyorsak gönül aldırıyor.
Canevinden vuruluyorsak gönül aldırıyor. Samimi olarak, isteyerek canı gönülden atıldığınız bir işte en yakınızdan kazık yiyorsanız gönül aldırıyor.
Gönül almaya yarayan küçük hediyeniz dahi işe yaramıyorsa gönül aldırıyor.
Söyleyen kötü sözün gönülde bıraktığı kırgınlığı, yapan bir olayın gönülde bıraktığı acıyı kavrayamıyorsa gönül aldırıyor.
Gani gönüllü biri, gönül rızası ile başladığı işte akla hayale gelmedik engellerle karşılaşıyorsa gönül aldırıyor.
Kimseye eyvallahı yokken geniş gönüllüler herhangi bir şekilde çıkmaza sürükleniyorsa gönül aldırıyor.
Gönül borcu olanlar; gönül hoşluğuyla, gönül kırmadan, gönül okşayarak gönül yıkığını yapmaya çalışırken anlaşılmazsa gönül aldırıyor.
Hatır gönül bilenler; gönüllerini açmışken gönül bağladıklarıyla, gönül birliği ettikleriyle mutlu ve mesut bir şekilde yaşamayı gönül rızasıyla kafaya koymuşken gönüller bulandırılırsa gönül aldırıyor.
Hal hatır etmek, hatır saymak varken kalp kırmak, hatır gönül yıkmak neyimize ki bizim. Kendimiz ağıra satmanın pek bir anlamı yok. Olumlu işlere gönüllü olalım yeter. Yasak savmayalım, yaptıklarımız, içimize sinsin yeter. Kalbimizin ve sözümüzün, eylemimizin uyumunda gönül rahat… Gönül, o zaman şen. Yüz yüze baktığımızda gönül halimizden hep bir nişan var. Gönül alıcı, hoşnut edici söz ile verimli iş, işin özü.
Hatır gönül bilinmediğinde özellikle ekmeğini yediği, iyilik ve yardımını gördüğü kimsenin, kendisi üzerinde bulunduğu kabul edilen hak (Tuz ekmek hakkı) ihmalinde gönül aldırıyor.
Ne dersek diyelim atasözümüzdeki gibi 'Gönül umduğu yere küsüyor.' işte.
Unutmayalım affeder görünsek de gönül razı olmuyor, gönül aldırıyor.
Gönül rıza gösterse de olmuyor çoğu kere, olmuyor, olmuyor.
Sahi, olmuyorsa nasıl aldırmayalım?