Ülkeler ülkeleri artık klasik savaş usulleri ve toprak işgalleri ile ele geçirmiyor. II. Dünya savaşından sonra yöntemler değişti. Özellikle emperyalist ülkeler ordularını her geçen gün güçlendirmeye çalışsalar da farklı yöntemlerle sömürgeci hedeflerine ulaşıyorlar. Bu yöntemlerden en önde gelen ikisi ise ekonomik ve kültürel işgal…

Özellikle jeopolitik açıdan emperyalist Batı için tehlike, Avrasya için de güçlü bir paydaş adayı olan ülkemiz; bu nedenlerle de ülkemiz ekonomik ve kültürel bir kuşatma içinde. Üç tarafı denizlerle çevrili bir de iç denize, ciddi madden potansiyeline sahip, Ortadoğu enerji kaynaklarına son derece yakın, çok sayıda göl ve akarsuya ev sahipliği yapan, genç/ dinamik ve yetişmiş innsan gücü nüfusundan oluşan, köklü bir tarih merkezinde güçlü bir ordusu bulunan, uluslar arası jeoplitik, ekonomik ve kültürel geçiş noktasında yer alan Türkiye doğal olarak her bakımdan dünya için çok önemli ve büyük bir güç unsuru. Bu gerçeği bilimsel, sosyolojik ve tarihi açıdan da çok doğru bir şekilde analiz eden Batılı ülkeler ise Türkiye'yi hedef tahtasına koymuş durumdalar. Jeopolitik stratejileri, hiçbir zaman güçlü olmayan, Batının kontrolünde ve açık pazarında, gelişen Avrasya ekonomik ve kültürel cephesinden koparılmak isten bir Türkiye dizayn etmektir. Ne yazık ki, Batılı kapitalistler 80 yıldır bu ülkede iktidar olan sağ tandanslı hükümetleri etkileri altına alarak bu yolda önemli başarılar da elde etmişlerdir.

Ülkemiz çok kapsamlı/planlı bir ekonomik ve kültürel kuşatma içindedir.
1980 sonrasında Turgut Özal ile başlayıp bugüne kadar gelinen noktada ekonomik hayatımızda çoğunlukla Batı belirleyici olmuştur. Her geçen yıl ithalat ve ihracat makası ülkemiz ölçeğinde ithalatın lehine açılmış, milli üretim şuuru ve bağlı olarak uygulamaları rafa kaldırılmış, neoliberal politikalar çerçevesinde küresel şirketler ülkeye çekilerek sektörler tam manası ile kapitalist güçlerin iradesine teslim edilirken milli şirketlerin gücü tam manası ile kırılmıştır. Özelleştirme kisvesi altında sanayinin çok sayıdaki alanında; kağıttan tütüne Türkiye devre dışı bırakılarak ülke ekonomisi küresel şirketler ve yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilmiştir. Ülkemiz bir ithalatçı ülke konumundadır ve çok sayıda alanda küresel güçlerin ürünlerine bağımlı hale getirilmiştir. Limanlarımız, haberleşme ağlarımız, enerji kurumlarımız, silah sanayinin bazı kolları özelleştirilmiş; Tekel, Et-Balık, Seka gibi halkın yararına çalışan kamu işletmelerimiz kapatılmış, arazileri de özelleştirme yolu ile yandaşlara arzu ettikleri rakamlarla iç edilmiştir.

Özellikle temel tüketim malları ve hizmetlerinde küresel firmalara esir olmuş durumdayız. Genç ve dinamik nüfusu sebebiyle Batı'nın korktuğu Türkiye ne yazık ki özellikle öğrenciler, gençler ve halkın diğer bölümünün ihtiyacı olan defter ve kitaplar için kağıdını temininde bile dışarıya bağımlıdır; on yıllarca halkımız için kağıt üreten Seka yoktur artık… Uluslar arası piyasada parası sürekli dolar karşısında değer kaybeden Türkiye dolar arttığı için kağıt ithalat fiyatlarını da kontrol edemez hale gelmiştir ve ara ara da kağıt temin etme sıkıntısı yaşamaktadır. Avrupalı yılda 150 kg et tüketirken acı ile söylüyoruz; ama Türk halkı yılda ancak 15 kg et yiyebilmektedir. Büyük bir sektör olan hayvancılık bilinçli bir şekilde bitirilmiş olup, Et-Balık türü kurumlar özelleştirilerek Türkiye hayvancılıkta da dışa bağımlı hale getirilmiştir. Bu nedenle 2825 TL asgari ücret alan biri ve ailesi için 50 TL ile 90 TL arasında olan kırmızı et fiyatları bir kabus olmuştur. 40 milyon nüfusa sahipken 80 milyon canlı hayvanı olan Türkiye, bugün 80 milyon nüfusa sahipken niçin 40 milyon canlı hayvana sahiptir? Cevap açıkça şudur: ' Temel tüketim maddesi olan ette de Türkiye kendi üretimini yapamayacak, dışa bağımlı olacak,halk alması gereken proteini alamayacak, et ithal eden küresel işbirlikçiler de para kazanacaktır… ' Türkiye'nin dış borçları 6000 Milyar dolara yaklaşmıştır. Hemen hemen her yıl ithalat ihracattan 50 milyar dolar daha fazladır ve Türkiye bu miktarda borçlanmaktadır. Avrupa'da asgari ücret 1200 Eularda iken Türkiye'de 280 USD sınırlarındadır. Halkın büyük bölümü yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Tarım da bilinçli bir şekilde bitirilmiştir. Sanayi de dışa bağımlı olan Türkiye tarımda da ithalatçı ülke konumundadır. Ortadoğu'nun buğday ambarı Türkiye buğday, arpa ve saman ithal eden bir ülkedir artık… Şekerpancarı ithal mısır şurubuna kurban edilmiştir. Yerli tohum kullanımı yasaktır. Türkiye tohum ihtiyacını karşılamak için İsrail tohum deposuna gitmek zorundadır. Tarımsal ilaç, gübre, tohum ağırlıklı olarak ithal edildiğinden parası değer kaybeden Türk çiftçisi için tarımsal girdiler büyük sıkıntıdır. Elektrik ve mazot giderlerindeki artışlar da eklenince çiftçiler yavaş yavaş topraklarından çekilmektedirler. Yapılan tarımsal desteklerinin etkileri ise genel kanaat itibari ile sorunları çözmediği yönündedir. Fındık dünya rekoltesinin %70'ine sahip olan Türkiye'de fındık üreticisi kan ağlamaktadır; Türkiye'ye yettiği kadar bir ihracat kalemi de olan çay da Çaykur gibi kurumların yabancı firmalara satılması sonrasında üreticisini güldürmemektedir. Kuru tarım ürünleri için ithalat alanında yapılan sıfır gümrük vergi uygulaması özellikle İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu üreticisini bitirme noktasında getirmiştir. Kaybeden yerli üretici, pahalı tarımsal ürün tüketmeye mahkum edilenTürk halkı, kazanan ise küresel şirketler ve işbirlikçileridir. Yeni tip savaşların ekonomi cephesinde Türkiye mili ekonomi politikalarının dışında kaldığı için yenilgi üzerine yenilgi almakta ve bu nedenle de işgal tehlikesi altındadır.

Kültür cephesinde de durum farklı değildir. İnsanlık tarihinin uygarlık birikimleri açısından en şanslı topraklarında yaşayan biz Türkler, birkaç bin yıllık kültürel mirası bırakıp Batı'nın sığ/alt kültürlerinin etkisi altında dilimizi, evrensel değerlerle paralellik gösteren değerlerimizi, dünyanın en zengin mutfaklarından biri olan mutfağımızı, uygarlık tarihinin örnek aldığı, adına yıl isimleri verdiği düşünce/gönül adamlarımızı, tarihi kişiliklerimizi, gerçek kahramanlarımızı, topraklarımızda yaşayıp insanlığa çok şeyler katan uygarlıkların birikimlerini görmüyor, görsek de umursamadan TV karşısında Türk dilinin zenginlikleri, milli bilinç ile alakası olmayan anlatım, sunu ve çevirilerle hazırlanmış programların kültürel ve entelektüel değerlerden yoksun kimliklerine beynimizi terk ediyoruz; sipariş ettiğimiz pizza ve hamburgerleri yiyip colalarımızı içerken tabi… Vatandaşlık kimliğimizde özellikle Amerikan tarzı tüketim şahsiyeti özellikleri yazılmış durumda; ağırlıklı olarak keyfi ve rahat bağımlısı/egosunu düşünen/yeme/içme/çiftleşme/eğlenme merkezli insan…Bu garip tip ne yazık ki beyin, kalp, ruh, beden ve toplum/millet/insanlık faydalarını hiçe sayan, bu yolda çalışmayan ve sorumluluk almayan,değerli olmayı 'ne kadar çok tüketirsem o kadar değerli olurum' sığ kültürü ile tanımlayan zavallı bir tiptir. Özetle emperyalist Batı'nın bu işe kafa yoran 'toplum mühendislerinin' stratejik çalışmaları ile Türk insanı bu zavallı kültüre sahip olan tipe dönüştürülmek isteniyor. Gençlerin büyük bölümü geleceklerini planlarken kendilerine dayatılan kültür gereği sadece kendileri için planlama yapıyorlar; 'kariyer planlamalarında' ülke ve insanlık için bir şeyler yapılması, gelecek kuşaklara artı değerler bırakması yönünde bir hedef de maalesef yok. Kabul gören anlayış; 'iş hayatına gir, para kazanmaya başla, kendini garantiye al, sonra da olabildiğince tüket; okuma/araştırma/tarihsel bilinç/milli üretim/dil bilinci/kültür sanat önemli değil; önemli olan tüketim çıtanın yüksekliği ve keyfin…' İşte bu nedenle kitap/gazete/dergi okuma, konser/tiyatro/sanatsal gösterilere ilgi oranları yerlerde… İşte bu nedenle ülke müzeleri ve ören yerleri gezilmiyor, bilimsel makale sayımızı dünya üniversiteleri sıralamasında 500'lerde… İşte bu nedenlerle hala kadın erkek eşitliğini 21. Yüzyılda tartışıyoruz, cezaevlerinde 100 binden fazla mahkum var, kadın cinayetleri artıyor, gençlerin spor ile bağı koparılmış, spor hayattan çıkarılarak sadece parası olan bir grup erkek ve kadının gittiği spor salonlarına mahkum edilmiş durumda… Sonuç; siyasi ahlaksızlar, diploması sahte yöneticiler, sıradan görülmeye başlanmış rüşvetler, liyakata sahip olmayan yöneticiler ve buna tepki göstermeyen çok az sayıda kelime ile konuşan okumaktan/sorgulamaktan/üretmekten/idealizmden uzak hüzün yuvalarında yaşayan endişe/kaygı/korku yumağı milyonlar…

Çünkü yeni savaş yönteminin kültür cephesinde de yeniyorlar bizi; uyanmaz en az şer ehli kadar cesur olmaz isek işgalimiz yakındır…