ÖZCAN TÜRKMEN

Söz ve müziği THM sanatçısı Selahattin Bölük(1947-...)'e ait aşağıdaki türküyü çocukluğumda dinlerdim. Dinle dinler 'dillere düşmek' deyimini hecelerdim hep:
'Akşam olur derdim durmaz yayılır
Âşık olur sevdiğine sarılır
Benim Meyrom şimdi kimle buluşur
Demedim mi Meyrom düşen dillere'
Evet, neydi 'dillere düşmek' …
'Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmaya' genel anlamda 'dillere düşmek' deniyordu.
Ağza (ağızlara) düşüyorsak, ağızlara sakız oluyorsak dillere düşüyorduk.
Dedikodumuz yapılıyorsa, kınayan bir dille başkalarına anlatılıyorsak, alaya alınıyorsak, dile dolanıyorsak, defe (tefe) konuluyorsak dile düşüyorduk,
Uygunsuz davranışımız yüzünden bizim için kötü şeyler söyleniyorsa dile düşüyorduk.
Alabildiğine dedikodu yapılan, fesat kurulan yere, ortama düşüvermişsek; cadı kazanı kaynamışsa dile düşüyorduk.
Dile getirdiklerimiz, açıklayıp anlattıklarımız birilerini derinden rahatsız ediyorsa dile düşüyorduk.
Dedikodu biçiminde kulaktan kulağa yayılan hallerimiz varsa, fısıltı gazetesi hakkımızda haber yapmaya başlamışsa dile düşüyorduk.
Arkamızdan gereksiz, aleyhimizde ve haksız konuşuluyorsak, çekiştiriliyorsak; zor durumda kalmamız amacıyla rezil edilmeye çalışıyorsak, herkesin ağzına sakız edilme gayretine maruz kalmışsak dile düşüyorduk.
Lafımızı sözümüzü bilmiyorsak, teşhir oluyorsak, mayhar oluyorsak, arkamızdan teneke çalınıyorsa dile düşüyorduk.
'El hay avına gidiyor ben de gideyim' hesabı halimize yanmayıp Hasan Dağı'na oduna girmeye çabalarsak işin sonunda rezil olmak var tabi.
Oynarken çulumuzu yırtarsak işin sonunda kepaze olmak var tabi.
Ağızdan çıkanın otuz iki dişe yayıldığını unutup ağzımıza sahip olamazsak başımıza gelene tahammül edemeyiz tabi.
Dile gelirse çabucak ele geleceğimizi unutursak şaşırıp kalıveririz orta yerde tabi.
Her şey istediğimize göre, gönlümüze göre olmuyor ki.
'Evde ünün olacağına çarşıda namın olsun' demenin bir anlamı yok ki.
'Ad Ali'nin şan Veli'nin' gayretiyle yaşamanın anlamı yok ki.
Dile düşme ile ilgili aşağıdaki anonim kıssayı hatırlamakta fayda var, diye düşünüyorum:
'Adamın biri, camide namazda, kazara, yellenmiş. Bu halinden o kadar utanmış ki işi göçü köpeği toplayıp başka yere yerleşmeye kadar götürmüş. Aradan yıllar geçmiş, özlem arttıkça artmış. Günlerden bir gün hanımıyla düşmüşler yola. Köye yaklaştıklarında bir çocuk görmüşler. Adam, hanımından ayrılıp çocuğa yaklaşmış. Çocuğun kimin nesi olduğunu sormuş. Sülaleyi tanıyınca yaşını sormuş. Çocuk, 'Yaşımı tam bilemem ama köyde herkes benim 'Filanca adamın' camide yellendiği yıl doğduğumu bilir.' demiş. Adam, öfkeyle hanımının yanına dönüp'Gidelim buralardan, gidelim hanım. Bizim kıçımız tarih olmuş.' demiş.' (Kıssanın değişik anlatımlarında'Adamın biri' yerine 'ağa, bey, zenginin biri, filanca, hoca vb. kahramanlar da kullanılır.)
Evet, adam haklı... İş, bu hale düşmemek değil mi?
Musibetler gelip çatmadan nasihatlere kulak verebilmek işin en güzeli değil mi sizce de?
Nimetin külfetini külfetin de nimetini iyi hesap etmek lazım değil mi sizce de?
Güzel kelimelerle anıldığımız ve güzel kelimeler sarf ettiğimiz bir ömrümüz olsun inşallah.