Edep kelimesinin çoğulu olan âdâb sözlükte; “terbiye, utanma, usul, naziklik, zariflik” gibi anlamlara gelmektedir. Muâşeret ise; “birlikte yaşama, iyi geçinme” demektir. Bir İslam ahlâkı terimi olarak âdâb, başlı başına ahlaken uyulması gereken hususları ifade etmektedir. Bu kelimelerden meydana gelen âdâb-ı muâşeret terimini ise, “İnsanların toplumda birlikte yaşadığı kişilerle uyumlu bir şekilde yaşamasının usul ve şekilleri ya da görgü kuralları” olarak ifade etmek mümkündür. Bir diğer deyişle âdâb-ı muâşeret, insanların sosyal hayatta birbirleriyle İslam’ın güzel saydığı söz ve davranışlar üzere yaşamasıdır.
Allah Teâlâ (c.c.), insanı en güzel şekilde yaratmış ( Tîn 95/4) ve onu yeryüzüne halife kılmıştır (En’am 6/165). Yüce Allah, çok değer verdiği varlık olan insanın söz ve davranışlarına İslam ahlâkının yansımasını ve onun nezih bir şekilde yaşamasını istemektedir. Bu yönüyle âdâb-ı muâşeret, Allah’ın yaratmış olduğu her bir kulunu kaba davranışlara maruz kalmaktan ayrı ayrı korumasıdır.
Kur’an-ı Kerim’de “yüce bir ahlâk üzere” (Kalem 68/4) olarak nitelendirilen Hz. Peygamber (s.a.v.), insanlara ibadet esaslarını öğretirken aynı zamanda onlara İslam ahlâk ve âdâbının en güzel örneklerini sunmuştur. Nitekim O; “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Mâlik, “Husnü’l-Huluk”, 8) buyurmaktadır. Bir Müslümanın Hz. Peygamber’in örnekliğinde sosyal hayatta uyması gereken âdâb-ı muâşeret kuralları bulunmaktadır. Örneğin, toplumda iyi geçimli ve güvenilir biri olmak bu kurallardandır. Hz. Peygamber “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kişidir” (Müslim, “Îmân”, 65) buyurarak, Müslümanı güvenilir kişi olarak tanımlamaktadır. Bir diğer örnek, insanların kusurlarını araştırmamak, bilakis onları örtmeye çalışmaktır. Zira insan, öncelikle kendi kusurlarını düzeltmekle yükümlüdür. Hadiste “Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da dünya ve ahirette onun ayıplarını örter” (Ebû Dâvûd, Edeb, 60) buyrulmuştur.
İnsanların karşılaşmaları esnasında birbirlerine güzel söz ve temennilerde bulunmaları yani selamlaşmaları da yine âdâb-ı muâşeret kurallarına örnektir. Allah Teâlâ; “Size bir selam verildiği zaman ondan daha iyisiyle ya da aynıyla karşılık verin…” (Nisâ 4/86) buyurmaktadır. Aile içindeki fertlere iyi muamelede bulunmak, küçüklere şefkat ve merhamet, büyüklere saygı göstermek de, yine sosyal hayatta bir Müslümanın sergilemesi gereken tavırlardandır. Zira Yüce Allah Kur’an’da anne-babaya saygısızlığı yasaklamış (İsrâ 17/23); Hz. Peygamber de “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” (Buhârî, Edeb, 18) buyurmuştur.
Elbette âdâb-ı muâşeret kuralları bunlarla sınırlı değildir. Akraba ziyaretine riayet etmek, insanları küçümsememek, hal hatır sormak, kötülüğe karşı iyilikle karşılık vermek, doğru sözlü olmak, küskünlüğe ve düşmanlığa son vermek, dargın iki Müslümanı barıştırmaya çalışmak, mütevazı olmak, yapılan iyiliğe teşekkür etmek, temiz giyinmek, yemek adabına uymak gibi İslam ahlâk ve adabından daha nice güzel örnekleri bu kurallara eklemek mümkündür.
Bu ilkeler önce ailede, sonra toplumda eğitim ve tecrübe yoluyla öğrenilmektedir. İslam’da bu kurallar, uyulması gereken davranış kalıpları olmaktan ziyade, Müslümanın içselleştirerek oluşturacağı kaliteli bir yaşam biçimidir. Aile, eğitim, sağlık gibi bütün sosyal kurumlarda nezaket dilinden uzaklaşıldığında, yerini maalesef kaba davranışlar hatta şiddet dili almaktadır. Sosyal hayatımızda bu olumsuz örnekleri her gördüğümüzde İslam ahlâkının sunmuş olduğu huzur ve güven ortamına olan ihtiyacımızı tekrar hatırlamaktayız. Zira edebin en yüksek insanî değer olduğunu Yunus Emre; “Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep/ Dediler ilim geride, illa edep illa edep” mısralarıyla yüzyıllar öncesinden bizlere hatırlatmaktadır…
Esra OĞUL ÇELİK
Vaiz