Göklerin ve yerin yegâne sahibi olan Yüce Allah (c.c.), insanı mükemmel biçimde yaratmıştır. Ona, doğru ile yanlışı ayırt etmeye yarayan bir akıl ve iyilik yolunda rehberlik eden bir vicdan vermiştir. İnsanın var oluş sebebi, bir kul olarak emaneti yüklenip dünyayı, insanlık için huzurlu, adil ve yaşanabilir bir yer kılmaktır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip yararlı işler yapanlar müstesna! Onlar için kesintisiz bir ödül vardır” (Tîn, 95/4-6).
İnsan; sabırlı, azimli ve adil tavırlarıyla mutlu bir dünya inşa edebileceği gibi, bencil, hırslı ve nankör tutumu yüzünden kendini ve çevresini tehlikeye de atabilir. Bu yüzden Rabbimiz, insanı hiçbir zaman başıboş bırakmamıştır. Yarattıktan sonra kenara çekilip, dünyayı kendi haline terk etmemiştir. O her an görür, gözetir, yönetir. Rabbimiz, insanın hayatta yalnız, nimetsiz ve yardımsız kalmasına izin vermemiştir. Bizlere en büyük desteği ise, Peygamberimiz (s.a.v.) ve kitabımız Kur’an-ı Kerim aracılığıyla yol göstermesidir. Hiç kuşku yok ki “ahsen-i takvim” tanımının en güzel timsali, yine “hayr’ul- beşer” olan Hz. Peygamber’dir. “İdeal insan” olabilmenin yolu, Peygamber Efendimizin örnekliğinden geçmektedir.
İnsanın sorularına cevap alabileceği, sorunlarına çözüm bulabileceği en sağlam bilgi kaynağı dindir. Dinin davetine uyarak iman eden kimse, içten bir bağlılıkla O’nun emir ve yasaklarını kabul etmiştir. Artık ondan, bu imanın gereklerini yerine getirmesi, o doğrultuda yaşaması beklenir.
İslâm, eşsiz bir inanç, ibadet ve ahlâk sistemidir. İslâm’da ibadetin amacı, insanın kendisiyle, Rabbiyle ve diğer bütün varlıklarla sağlıklı bir iletişim kurmasını sağlamaktır. Bu sebeple her bir ibadet, güzel ahlâk ile tamamlanmayı bekler. Elbette insanın, inandığı değerleri hayatına yansıtması gerekir. İmkânlarını yararlı işlere bağlayanlar, imanın gereğini yerine getirmiş olur.
Rabbimiz Kur’an’da birden fazla ayet-i kerimede şöyle buyurur: “Rabbimiz Allah’tır deyip de istikamet üzere yaşayanlara melekler akın akın iner ve onları şöyle müjdeler: ‘Korkmayın, üzülmeyin. Size vadedilen cennetle sevinin. Biz dünyada da ahirette de sizin dostunuzuz…’” (Fussilet 41/30-31; Ahkâf 46/13).
Bir gün sahabeden bir zat Peygamberimize gelip, “Ey Allah’ın Rasulü, bana öyle bir şey söyle ki onu yapınca başka bir şeye gerek kalmadan cennete gidebileyim” dedi. Allah Rasulü (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol” (Müslim, İman, 62). Bu hususların yaşam tarzı hâline getirilip onların sürekliliğini sağlayabilmek, onlardan taviz vermeden yaşamayı başarmak ve bu hayat tarzını yaşadığı çevreye ve dünyaya yerleştirebilmek, istikamet üzere yaşamaktır.
Müslüman, “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın, (işlediğin) bir kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki onu yok etsin...” (Tirmizî, Birr, 55) nebevî buyruğu doğrultusunda hareket eder ve böylece kendini korumuş olur. O halde her mümin Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) öğrettiği şu duayı sık sık tekrarlamalıdır: “...Allah’ım, beni amellerin ve ahlâkın en güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen ulaştırırsın. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin” (Nesâî, İftitâh, 16).
Dünya ve ahiret arasında denge sağlayarak yaşayan insanların sayısı arttıkça, toplumda da olumlu yönde değişimler olacaktır. Rabbimizin bizden istediği hayat tarzında sadece dünya tercih edilmemiştir. Aynı şekilde sadece ahiret de tercih edilmemiştir. İkisi arasında denge üzerine kurulmuş bir yaşamı inşa etmemiz istenmiştir:
“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, ‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver; bizi cehennem azabından koru’ derler” (Bakara 2/201).
Rabbimizden bize dünyada da, ahirette de iyilik, güzellik vermesini niyaz ederiz…
Berrin ERDOĞAN
İl Müftü Yardımcısı