İslam kültür ve medeniyetindeki fetih anlayışının ana gayesi, gönülleri fethetmek, Allah’ın dinini yeryüzünde bütün insanlığa ulaştırmaktır. Yüce Kitabımız genel olarak bu konuyu ''Cihad'' olarak kavramlaştırmıştır. Cihad ruhuyla hareket eden Müslüman milletlerin tek hedefi, Îlây-ı Kelimetullah’ı bütün arza hâkim kılarak insanlığın her iki dünyada da huzur ve kurtuluşunu sağlamaktır. Yani cihad, sadece savaş meydanında düşmanla savaşmak değil, İslam’ın gerçeklerini insanlığa ulaştırmak için var gücümüzle gayret etmektir.
Türk İslam tarihinde fethin sembolü olan İstanbul şehri ise, öteden beri tarihi, kültürel ve dini açıdan önemli bir merkez olarak Doğu Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde bulunuyordu. Sevgili Peygamberimiz de İstanbul’un mutlaka bir gün Müslümanlar tarafından fethedilip İslam’la şerefleneceğini müjdelemişti. Şöyle ki; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 325) buyurmuştur. Bu hadis-i şerifin müjdesine nail olmak isteyen nice ordular İstanbul’u kuşattılar, seferler düzenlediler fakat o şeref, Osmanlı’nın şanlı padişahı II. Mehmed’e nasip oldu. Dünya tarihine, “çağ kapatıp çağ açan hükümdar” olarak adını yazdıran II. Mehmed, bu zaferden sonra artık “Fatih Sultan Mehmed” olarak anılacaktır.
İslam tarihinin ilk fethi olan Mekke’nin fethiyle İstanbul’un fethi birbirine benzer. Şöyle ki: Fatih de tıpkı Sevgili Peygamberimiz gibi fetihten sonra düşmanlarını affetmiş, yerli halka hiçbir konuda baskı yapmadan her konuda onları özgür bırakmıştır. İslam’ın bu engin hoşgörüsünü gören halk, peyderpey İslam’a gönül vererek Müslüman olmuşlardır. Zaten Müslümanlar, toprakları fethetmeden önce, oralara sûfîleri, âlimleri ve Müslüman halkı göndererek orada yaşayan gayri müslim olan halkın öncelikle gönlünü fethediyor, onlara huzurun ve gerçek kurtuluşun sadece İslam’da olduğunu yaşayarak öğretiyorlardı. Böylece Müslümanların yaşantısına tanıklık eden gayri müslim halkın İslam’a girmesi kolaylaşıyordu. İslam’da aslolan, toprakların fethi değil, gönüllerin fethiydi.
İslam kültür ve medeniyetinde önemli bir yere sahip olan ünlü filozof ve tarihçi yazar İbn-i Haldun “Tarih, bilimlerin anasıdır” der. İşte günümüzün Müslüman genci, öncelikle tarihinden almış olduğu ilhamla kendisini bilgili, kültürlü, donanımlı, geleceği ve dünyayı İslam’ın öğretileriyle inşâ etme şuuru ve bilinciyle yetiştirebilmelidir. Çünkü tarihçilerin dediği gibi, “Tarihini bilmeyenler tarih yazamazlar”. Bu güne ve geleceğe hükmetme adına Genç Müslüman, bilgi ve inançla çalışıp, üretip, milletimize ve insanlığa nasıl faydalı olabilirim diyerek büyük bir azim ve gayretle çalışmalıdır.
Bize düşen görev ise, gelecek nesillerimize gerçek ve kalıcı fethin, gönülleri fethetmek olduğu bilincini ve bizi biz yapan öz değerlerimizi aktarabilmektir. Unutmayalım, Fatih İstanbul’u fethettiğinde yirmi bir yaşındaydı. Ben de bayrak şairimiz Arif Nihat Asya’nın şu dizeleriyle gençlerimize seslenmek istiyorum:
“Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden,
Senin de destanını okuyalım ezberden,
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden,
Elde sensin, dilde sen... Gönüldesin, baştasın,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın,
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın,
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!”
O halde sevgili gençler!
Şanlı tarihimizden ibretler alarak geleceğe emin adımlarla yürümek en büyük şiârımız olsun. Fethin mübarek olsun Fatih’in yâdigârı…