TEMA VAKFI Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, ES TV’de yayınlanan Ekstra Gündem programında “Alpagut-AtalanAltın-Gümüş Maden Ocağı” ile ilgili açıklamalarda bulundu. Cengiz Holding’in bölgede 100 yıl boyunca siyanürle altın çıkarabileceğini belirten Ataç, “Biz buna sömürge madenciliği diyoruz. Çıkardığı ülkeyi düşünmeden, oradaki düşük madeni alıp çekip gidecekler” dedi.
Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç ES TV’de yayınlanan Ekstra Gündem programında Gazeteciler Tarkan Demir ve M. Anıl Aksoy’un Cengiz Holding’e bağlı Eti Bakır A.Ş.’ninAlpagut ve Atalan mahallelerinde yapmayı planladığı “Alpagut-Atalan Altın-Gümüş Maden Ocağı ve Zenginleştirme Tesisi” ile ilgili sorularını yanıtladı. TEMA olarak 2019’dan beri ağırlıklı olarak 4’üncü grup madenler üzerine çalıştıklarını belirten Ataç,maden ile ilgili iki temel sorun olduğunu ifade etti. Ataç, “Bir kere yöntem yanlış… Kesinlikle bu yöntemi bizim coğrafi özelliklerimiz nedeniyle sokmamamız gerekiyor. İkincisi de bu yönteme rağmen seçilen yer. İliç, Fırat havzasının içindeydi ve ne olduğunu hep beraber izledik. Eskişehir’de de Kaymaz’ın dışında 3 proje konuşuluyor. Biz bugün Alpagut ve Atalan projesini konuşacağız ama 2 proje daha var. Seçimden önce 3 proje gündeme gelmiş ve sonra geri çekilmişti. Sadece Sarıcakaya – Mihalgazi bölgesinde 3 proje var. Şirket üstelik Alpagut ve Atalan civarındaki bölge kadar bir bölge daha aldı. Aslında maden 2 misli olacak. Son ihalelerde satın alındı. Diğer projeler de büyüyebilir ve başladıktan sonra öyle kalmaz. Çünkü altın madenciliği böyle ilerliyor” dedi.
ÖLÜM ÇUKURLARI ÇOK ZARAR VERECEK
Doğaya ilk zararın henüz arama yapılırken verildiğini söyleyen Ataç, madenin inşası ile birlikte doğanın adım adım nasıl katledileceğini anlattı. Şirketin ilk olarak 2017 yılında geldiğini vurgulayan Ataç, “Onlar çok daha önceden, 2017 yılında geldiler ve arama lisansları vardı. Sondaj yapılırken oradaki doğaya bir miktar zarar verildi. Ağaçlar kesiliyor, yol yoksa yapılıyor. ’Burada altın var’ kararı verildikten sonra son aşamaya geçiliyor. Ağaçlık yerlerin açılması gerekiyor. Kamyonun girmesi gerek, alet gitmesi gerekiyor. Aramada ilk hasarı doğa alıyor. Altın arama diye kullanılıyor ama toprağın içindeki metal miktarı o kadar az ki. Buradakini bilmiyoruz ama 1buçuk civarında olduğunu tahmin ediyoruz. En fazla 3 olur ama ona da çok rastlamıyoruz. Alan belirlendikten sonra ‘ölüm çukurları’ dediğimiz çukurlar açılıyor. Eskişehir’de bu maden 500 metre derinliğinde, 1 kilometre çapında devasa bir çukur açılacak. Onu yapabilmek için altın olmayan üst toprak sıyırılacak, sonra ana karaya kadar gelinecek. Sonra o bölge patlatılarak aşağı doğru indirilecek. Üst toprak da bir yere yığılacak. Buna ‘pasa’ diyoruz. Aslında bakarsanız oradaki coğrafya tamamen değişiyor. Dağlar aşağı iniyor, yeni dağlar oluyor. Ölüm çukurları insanlar olarak yeryüzü kabuğuna verdiğimiz çok ciddi bir zarar. Bu çukurdan çıkan toprak öğütücüden geçerek çok küçük parçalar haline gelecek. Bunlar bir yerde altına birkaç milimetrelik membran serilerek ‘liç yığını’ dediğimiz yığın oluşturuluyor. Bu yığına da borularla siyanürlü su veriliyor. Altın miktarı çok küçük olduğu başka türlü almanız mümkün değil. Siyanürlü sürekli akıtılarak, suyla beraber siyanürün çözülmesini bekliyorsunuz. O su başka yöntemlerle siyanürden ayrılıyor. Dünyada pek çok nedenle, membranın yırtılıp liç yığınından siyanürlü suyun yeraltı sularına ulaştığı da oluyor” ifadelerini kullandı.
EN UFAK BİR HATA BÖLGEYİ ETKİLER
Madenin yapılması planlanan bölgenin bir vaha olduğunu söyleyen Ataç, “Burası Eskişehir için bir lütuf. Doğanın bahşettiği bir hediye… Kentin burnunun dibinde Akdeniz iklimi yaşanıyor. 40’ın üzerinde sebze meyve yetiştiriyoruz. İnanılmaz biyolojik çeşitlilik olarak çok zengin. 28 endemik bitki türü, 61 omurgalı türü ile 128 kuş türü yaşıyor. Ağaç da önemli ama oradaki bütün yaşam da gidiyor. Orada yüzyıllar içerisinde oluşmuş bir tabiat var yüzlerce ton dinamit kullanılarak birden bire bölgede patlatmalar başlayacak.Başka bir riski, siyanürlü suyla yıkayıp altını çöktürdükten sonra orada bir sürü çamurlu su oluşuyor. Atık barajı diye bir alan var ve orada depoluyor. Bölgede yüzde 40’tan fazla eğim var. Bir sıkıntı da bu. En ufak bir hata, kayma sonucunda Sakarya’ya, diğer akarsulara giderse bütün bölgeye gidecek. Sadece buranın sorunu olmayacak” şeklinde konuştu.
MADENCİLİK O ÜLKEYE ZENGİNLİK GETİRMEZ
Ataç, 2000 yılında Romanya Baia Male’de meydana gelen ve 'Avrupa'nın Çernobil'den sonra yaşadığı en büyük çevre felaketi' olarak adlandırılan siyanür sızıntısında 100 bin metre küp siyanürlü atık suyun, Tizsa nehrinden Tuna’ya kadar gittiğini ve Romanya, Macaristan ve Yugoslavya’nın etkilendiğini söyledi. Bölgede ekosistemin neredeyse yok olduğunu, canlıların kitle halinde öldüğünü ve insanların zehirlendiğini belirten Ataç, “Burası 1800’lerden itibaren maden bölgesi ve hala çok fakir. Madencilik bölgeye zenginlik falan getirmiyor. Bu madenlerin çıktığı hiçbir ülke zengin olmamış. Kanadalılar burada çıkarmış, onlar zengin olmuş Türkiye değil. Avusturalyalılar Afrika’ya gitmiş onlar zengin olmuş ama çıkaranlar değil. Bize kalan yüzde 1 buçuk” ifadelerini kullandı.
TARIMDA YOKSULLAŞTIK
Ekonomideki kötü gidişat ve yanlış tarımsal politikaların bölge halkının kararında önemli rol oynadığının altını çizen Ataç, “Önce tarımda yoksullaştık. Köylü, haklı olarak tarımda istediğini alamıyor. Sigortalı iş istiyor. Sigortalı işi tarımda bulamadığı, tarımdaki hayattan para kazanmakta zorluk çektiği için böyle bir hazır ortam yaratılmış oluyor. Su var, yol var, çalışmaya gönüllü insan var. O zaman siz, yerele de anlatmakta çok zorlanıyorsunuz. Halbuki ilk zarar gören de onlar oluyor. Bizim ekonomiyi bu hale getirmememiz lazım” dedi.
SADECE KENTİN DEĞİL TÜRKİYE’NİN PROBLEMİ
Eskişehir’deki madenin bir yeraltı zenginliği olarak adlandırılmaması gerektiğini vurgulayan Ataç, “1 tonda 1 buçuk gram altın bir yeraltı zenginliği değildir. Ne kazanıyoruz, ne veriyoruz? Ona bakmak lazım. Biz bu alanları bir daha rehabilite ve restore edilemeyecek şekilde madenciliğe bırakmış oluyoruz. Önümüzdeki 100 sene içerisinde o bölgenin tarımdan getirisi ne? Madenden Türkiye’ye kalan yüzde 1 buçuğun getiriş ne? O bölgeyi eski haline getirebilmek için ne para harcamamız lazım? Altını çıkaracak şirketlerle ‘burayı bulduğunuz gibi bırakacaksınız’ diye anlaşma yapsak hiçbiri bu işe girmeyecektir. Bu sadece Eskişehir’in problemi değil. Türkiye’nin büyük bir problemi. Biz buna sömürge madenciliği, vahşi madencilik diyoruz. Çıkardığı ülkeyi düşünmeden, oradaki düşük madeni alıp çekip gidecekler. Bölgeyi de kendi kaderiyle başbaşa bırakıyorlar” diye konuştu.
ZARARLARI HALKA ANLATMALIYIZ
Ataç, Eskişehir’in termik santralde çok büyük bir birliktelik gösterdiğini ve o birlikteliğin şimdi de devam etmesi gerektiğini söyleyerek, “Tarımsal sitin üzerine termik santral yapılacaktı. Dünya hızla gıda ve su krizine gidiyor. Bu madenlerle ilgili bizim itirazımız ilk olarak üst toprağın, orman toprağının ve tarım toprağının kaybedilmesi; ikinci olarak da su ve hava. O kadar siyanürü açık hava kullandığınızda o siyanürün bir kısmı havada kalıyor. O siyanür hava hareketleriyle Eskişehir’in, Ankara’nın belki başka bir yerin üzerine çökecek. Uşak’ta oldu ve bin 500 kişi zehirlendi. Bu bölge kalmaz, kimse oranın ürününü de istemez. O yüzden ne yapıp edip bu işin bu bölgede olmamasını sağlamamız lazım. Şu anda Eskişehir Kıymetlidir platformu çalışıyor. Safları sıklaştırıp hep birlikte, elimizden gelen neyse; hem halkı bilinçlendirme, ankara’yla ilişkiler, ne yapacaksak yapılması lazım. ÇED çıkarsa onun da mücadelesine devam edecek. 15 Ağustos’taki bilgilendirme toplantısına halkın katılması önemli. Burada olay çıkarmak bizim tarzımız değil. Oradaki halkın projeyi iyi anlayıp, neden istemediğini Bakanlıktan gelen ekibe çok iyi anlatması lazım. Onun içinde bilgilendirilmesi lazım. Biz bilgilendirme için hazırız. Buradaki STK’lar da son derece bilgili. Neden bu bölgede bunu istemiyoruz, bunu anlatmamız lazım” ifadelerini kullandı.
VERİLERDE EKSİKLER VAR
Proje raporundaki eksik verilere dikkat çeken Ataç, “Mesela kullanılacak su miktarını bilmiyoruz. Acaba o bölgede ne kadar su kullanılacak? Kritik bir soru bu. Hem insanın hem de bölgede tarım yapan herkesin suya ihtiyacı var. 15 hektar genişliğinde bir gölet oluşturulacak ve Avlamış deresinden su alacak. Pasa alanının yüksekliği 185 metre olacak. Altın olmayan kısım bu. Liç alanının da kaç metre olacağını bilmiyoruz. İliç’te çok yüksek olduğu için çöktü ama 60 milyon tonluk bir yığın yapılacak. İliç’tekinin 6 misli bir liç alanı olacak. O kadar kimyasala bulanmış toprak olacak. Eğer maden yapılacak olursa 2 yıl arazi hazırlığı yapacak, 10 yıl işletecek, 3 yıl kapatacak. İkinci ruhsatı da aldığında ETİ Bakır 100 sene burada bu kimyasal işlemi yapacak” diyerek tehlikenin boyutuna dikkat çekti.
BİR DAHA ESKİSİ GİBİ OLMAZ
Eğer maden projesi hayata geçerse bölge halkının yaşamlarının bir daha eskisi gibi olmayacağını söyleyen Ataç, “Büyük bir tozun içinde yaşayacaklar. Günlerce süren patlamalar olacak. O patlamalar sırasında yeraltı sularının yolları, şekli değişecek. Kendi bölge suları kullanılmaya başlanacak. Hem çok su kullanılacak, hem de çok su kirletilecek. Akarsular yoluyla da etrafa yayılmaya başladığında, bir kaza falan olursa düşünmek bile istemiyorum, orada yaşam çok zor olacak. Dünyanın hiçbir maden kasabasında iyi bir yaşam yok. İnsanın da pek bir değeri özellikle bu vahşi madencilikte yok. Başka bir yaşama girecekler. Ben ısrarla sahip çıkmalarını ve hem halkın katılım toplantısında hem de öncesinde herkesle konuşup altın için bu bölgenin yok edilmemesi gerektiğini anlatmaları lazım. Bilgiye ihtiyaçları varsa biz de memnuniyetle bilgilendirmeyi yaparız” açıklamasını yaptı.
BİZ BU ALTINI TAKMAYIZ FOTOSUNUN ALTINA GİRİLEBİLİR
“Biz bundan 7-8 sene sonra ciddi su kıtlığı içine gireceğiz. Olan suyu madenlere mi vereceğiz? Altınları taksak ne olacak? Para kazansak ne olacak? Suyun, gıdanın yerini tutacak mı?”