Bizi birbirimizden daha değerli ve de önemli kılan aşağıdaki özellikleri heceleyelim şöyle bir:
Açgözlülükten uzak kalmak, azimli ve kararlı olmak, bilgiden yana olmak, cehaletten uzak olmak, çevreyi korumak, çözümün parçası olabilmek, doğru olanla yürümek, dürüstlükten ayrılmamak, fedakârlığı elden bırakmamak, fitneden uzak durmak, görev şuurunu kavramış olmak, gurur ve kibirden uzaklaşmak, güzel olanı beğenmek, hatadan dönebilmek, hısım akrabadan ilişkiyi kesmemek, hukuktan ayrılmamak, iyi olanı sevmek, kıymetli olanı yanından ayırmamak, kötü alışkanlıklardan uzak kalmak, kusurları örtmek, muhteris olmamak, olumlu bakabilmek, öfkesini kontrol edebilmek, ön yargıdan uzak durmak, sorumlu olabilmek, üretim tüketim dengesine dikkat edebilmek, yalandan uzaklaşmak, zaman yönetimine dikkat edebilmek…
Eminin bir çırpıda en az bu kadar özellik de siz sayabilirsiniz.
Bu özellikler bütününe genel anlamda ‘değer(ler)’ diyoruz.
İnsan kendini bu değerlerle biliyor, değerini bu değerlerle bildiriyor.
Değerlerimiz, hayatımızda neyin doğru neyin yanlış olduğu hususunda sahip olduğumuz özel inanç sistemleridir. Bütün inanç, tutum ve davranışlar değer ile ilgilidir.
Bizi yönlendirecek, değerlerimizdir. Değerler ideal davranış tarzları ve hayat düşünceleri hakkındaki inançlardır. Değerler, insan davranışlarına rehberlik eder, yön verir.
Değerler, insanı değerli kılan üstün niteliklerdir, kişiliğimizi, bakış açımızı, davranışlarımızı belirlerler; öğrenilebilen ve öğretilebilen olgulardır, bir tür sosyal kontrol aracıdır.
Toplumun dayanak noktalarını oluşturan değerler, hayatımızın her alanındadır. Topluma kültüre anlam veren kriterlerdir.
Değerler (ahlaki, ailevî, dinî, millî, eğitici, ekonomik, estetik, hukukî, siyasî …) toplum hayatını düzenler.
Bu değerlerin yıprandığını görerek, bunun acısını yaşayarak geçiyor günlerimiz maalesef.
Buradan hareketle aşağıdaki sorular geliyor aklım arka arkaya sizler gibi.
Söz ve eylem çelişkilerimizi değerlendirebiliyor muyuz?
Özümüz sözümüz niye bir olamıyor?
Bencillik, menfaatçilik, fırsatçılık vb. bizi güvensiz mi yapıyor?
Yalandan vazgeçemeyiş sebebini, ne kadar araştırıyoruz?
Emanet hususunda niçin emin olamıyoruz?
Taklitten, taklitçilikten niçin kopamıyoruz?
Hayata geçirilmeyen, geçirilemeyen prensiplerin bize ne faydası var ki?
Söylenen ve yapılan arasındaki farkı başkasında arayıp taradığımız kadar kendimizde de arayabiliyor muyuz?
Bizim söylediklerimizin başkaları üzerindeki etkisini görebilmenin yolu, buna inanmamız ve inandığımız şekilde uygulamamız değil midir?
Evet; soruları çoğaltmak elbette mümkün. Şimdilik bu kadarla yetinelim.
Söylediğimizi hayata geçiremediğimiz, gündelik hayatımızda bunu izlerini göremediğimiz zaman başkalarından bundan etkilenmelerini beklemeye hakkımız olmaz, olamaz.
İnsanların genelde gördüklerine inandıklarından hareketle görünen her şeyimizin dosdoğru olmasına özen göstermek durumundayız.
Doğru, dürüst, güvenilir olmak istiyorsak eylem ve söylem bütünlüğüne dikkat etmek durumundayız. Böyle yapmadığımız sürece sözüne güvenilmeyen, elinden ve dilinden zarar görülen, işini doğru yapmayan biri olup kalıveririz orta yerde.
Kendimiz için sevdiğimizi, kendimiz için arzu ettiğimizi yakınlarımız hatta başkaları için de sevebilmek ve arzu etmek; olgunluk ifadesidir, unutmayalım!
Unutmayalım, değerlerimiz kayboluyor!