Gündem

CİNAYETİN ÖNÜNE İDAMLA GEÇİLEMEZ!

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin, kadın cinayetlerine idam cezası gelmesini ve İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olduğu dönemde de kadın cinayetlerini önlenemediğini söyledi. Konuyu değerlendiren ilgililer, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin idamla değil, zihniyet değişikliği ile önüne geçilebileceğini söyledi.

Abone Ol

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’in kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetle ilgili “Verilen ceza en ağır ceza ağırlaştırılmış müebbet. Eskiden bunun karşılığı idamdı. Suç işlerken kimse ağırlaştırılmış müebbet var diye işlemiyor. İstanbul sözleşmesi ile cinayetlerin ilgisi yok. Sözleşme varken de işleniyor, yokken de işleniyor. Yeteri kadar cezası var. Hatta bana göre suçu ispat edilenin idam cezası olmalı diye düşünüyorum. Bazı suçlarda idam olmalı. Hamile kadını sayısız bıçak darbesi ile katleden bir insana ağırlaştırılmış hapis yerine, idam olmalı. Ağırlaştırılmış müebbet caydırıcı olmuyor” sözlerinin yankıları sürüyor.

DURDUKLARI YERİ GÖSTERİYOR

CHP Eskişehir Milletvekili Jale Nur Süllü, İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesinin ardından 645’i şüpheli olmak üzere bin 492 kadının hayatını kaybettiğini ifade etti. İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların şiddete karşı kendilerini koruyacak en kuvvetli ve etkili araç olduğunu söyleyen Süllü, “Böylesine hayati ve önleyici işlevleri olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından kadın cinayetlerinde artış yaşanması karşısında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin, İstanbul Sözleşmesi ile kadın cinayetlerinin ilgisinin olmadığını, sözleşme varken de kadın cinayetlerinin işlendiğini yokken de işlendiğini ileri sürmesi kadına yönelik şiddetle mücadelede durduğu yeri de gösteriyor” dedi.

İKTİDARIN BAKIŞI DEĞİŞMELİ

İstanbul Sözleşmesi’nin uygulamak yerine kadınlar üzerinden idam tartışmasının açılmasının doğru olmadığını söyleyen Süllü, “Kadın cinayetlerinin politik olduğunu, iktidarın kadına yönelik bakış açısını değiştirmediği sürece caydırıcılığının da düşük olduğuna defalarca şahit olduk. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri münferit birer olay olarak ele alındığı sürece yürütülen politikalarda da değişiklik olmayacaktır. Koruma kararlarının etkin uygulanmadığını, iyi hal ve haksız tahrik indirimleri yoluyla alt sınırdan verilen cezalar ortadayken idam tartışmasının açılmasını samimi görmüyoruz. 2023 yılında öldürülen kadınların 30’unun koruma altında olduğu, eşleri tarafından katledildiği ilgili kamu kurumları tarafından sorgulanmıyor. Oysa suçun gerçekleşmesinden önce kadınları şiddetten koruyacak mekanizmalar etkin bir şekilde işletilse, işleyen kurumsal sistem olsa koruma altında olan hiçbir kadın öldürülmeyecekti” ifadelerini kullandı.

ORTAÇAĞDAN KALMA YÖNTEMLER

Yargılama süreçlerinin hakkaniyetli olması gerektiğinin altını çizen Süllü,“AKP iktidarının topluma ve kadınlara dayattığı toplumsal rollerin yargının en üst temsilcileri tarafından da savunulması kadınların ekonomik ve toplumsal yaşamdaki geleceğini de tehdit etmektedir. Yargının en üst temsilcileri kadına yönelik şiddetle mücadele için orta çağdan kalma yöntemleri savunacağına, İstanbul Sözleşmesi’nin temel amaçlarını örnek alarak suçun önlenmesi için kolluk ve adli mekanizmaları etkin hale getirmeyi öncellesin ve yargılama süreçlerinin hakkaniyetli olmasını sağlasın” diye konuştu.

CİNAYETLERİN AZALMASI TESADÜF DEĞİL

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Eskişehir Sözcüsü Belemir Niğdelioğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin sadece suç işlendikten sonra değil, öncesinde de alınabilecek önlemleri kapsadığını vurgulayarak, “Kadın cinayetleri sadece 2011 yılında ciddi oranda azaldı. Bu tesadüf değil, çünkü 2011'de İstanbul Sözleşmesi imzalandı. Caydırıcı cezalar kadar önleyici politikalar da faillerin önünde bir settir. Soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin titizlikle yürütülmesinden kadınların istihdamına kadar toplumsal cinsiyet eşitliğini bütünlüklü olarak ele alan bu sözleşme sadece cezaları kapsamıyor” dedi.

ÇÖZÜM İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDE

İdam cezasının uygulandığı ülkelerde suç oranlarının düşmediğini belirten Niğdelioğlu, “Yakın zamanda örneğin H.K.G. davasında mücadelemiz sayesinde faillere gerekli cezalar verildi. Fakat ceza aşamasına nasıl geliyoruz: Ceza aşamasına gelene kadar etkin soruşturmalar yürütülmüyor. Taciz, şiddet, tehdit şikayetlerinde yetkililer adeta izliyor. Onlarca korunma talebi başvurusu olan ve o kapılardan eli boş dönen kadınlar bir gün sokak ortasında öldürülüyorlar. Asli bir kanıt yoksa aylarca belki yıllarca o şüpheli kadın ölümünün aydınlatılması için mücadele ediyoruz. Fail alenen bu suçu işlemişse bu defa yakalanması için mücadele ediyoruz. Koruma talebi varken öldürülen ve hala katilinin yakalanmadığı Ezgi Zerkin örneğine bakalım. Nihayet mücadelemiz sayesinde ceza aşamasına geldiğimizde de ayrımcı indirimler uygulanmasın, caydırıcı ve adil cezalar verilsin diye o davalara müdahil oluyoruz. Sonuç olarak cezaları yeterli bulmayan Bekir Şahin ve bu konunun diğer muhatapları çözüm için öncelikle Medeni Kanunu ve 6284'ü tartışmaya açmaktan geri durmalılar. Daha kapsamlı ve kökten bir çözüm arayan bütün yetkililer bu taleplerinde samimi iseler çözümü İstanbul Sözleşmesi'nde bulabilirler.

İDAM GERİ GİDİŞ ANLAMINA GELİR

Yargıtay Başsavcısı Şahin’in sözlerini değerlendiren Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Av. Eylem Karacasu, idam cezasının 2000’li yılların başında tartışılarak kaldırıldığını belirterek, “İdam cezasının mevcut koşullar dikkate alındığında kesinlikle tartışmaya açılmaması gerektiğine inanıyorum. Biz bu konuyu 2000’li yılların başında tartıştık ve idam cezası kaldırıldı. Tekrar burada yapılacak bir düzenleme idam cezasının geri getirilmesi kesinlikle çok büyük bir adımla geriye gidiş olacaktır. Bunu kesinlikle tasvip etmiyorum bir hukukçu olarak” dedi.

BAŞARISIZ OLARAK TANIMLANAMAZ

İstanbul Sözleşmesi’nin sadece cezalandırma değil temelinde bir zihniyet değişikliğini barındırdığının altını çizen Karacasu, “İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği tarihten sonra kadın cinayetlerinin devam ediyor olması veya kadın cinayetleri ile karşılaşılıyor olması sözleşmenin başarısız bir sözleşme olduğu veya başarısızlığa uğradığı anlamında yorumlanması bir kere kesinlikle karşıyım. İstanbul Sözleşmesi’nde sadece cezalandırılarak değil aslında bir zihniyet değişikliği ile şiddetle mücadele ön görülüyor. Bunula ilgili de yol haritası da çizilmiş. Bu anlamda çeşitli kurumlara ve kuruluşlara koordinasyon yükümlülükleri getirilmiş yani sözleşme bir zihniyet değişikliği ile şiddetle mücadeleyi içeriyor. Dolayısıyla kısa bir süre içinde zihniyet değişikliğini beklemek çok doğru değil” ifadelerini kullandı.

ŞİDDET ARTIK HER YERDE

Şiddetin toplumun tüm kesimlerine yöneldiğini ve günden güne arttığını belirten Karacasu, “Dolayısıyla sadece kadın özelinde bakılmaması gerekiyor. Artan ve yükselen bir şiddet hadisesi söz konusu. Futbolda kamuoyunda çok büyük tartışmalara neden olan bir hadise yaşandı. Tek başına cezalandırma, cezaları artırma, ağırlaştırma, caydırıcı olmayacaktır diye düşünüyorum. Bir kere verilen cezaların uygulanması ile ilgili de ülkemizde ciddi sıkıntılar var. Biliyorsunuz infaz rejimi ve infaz kanunu söz konusu. Ceza uygulanırken verilen cezanın tamamının çektirilmesi gibi bir şey söz konusu değil maalesef. Verilen cezanın çok çok altında sürelerde cezaevinde kalarak sanıklar tahliye oluyorlar. Dolayısıyla verilen cezaların caydırıcılığını azaltıyor. Yasalarımızda kadına yönelik şiddet ve cinayetle ilgili yakın zamanda değişiklikler yapıldı, yenilikler eklendi. Fakat tek başına cezalandırma yeterli değil. Bunun dışında şiddetin tüm yönleriyle mücadele etmek gerekiyor. Bu nedenle yapılan açıklamaya katılmıyorum. Bunun arkasından da söylediği bir söz olmuş Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın. Demiş ki ‘idam cezası gelse bile caydırıcı olacağını düşünmüyorum.’ Sanırım bir anlamda tek başına cezalandırmanın da yeterli olmadığı noktasındaki savımızı bu da ispat eder vaziyette söylemiş oldu” diye konuştu.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ ANLATILMALI

Mevcut İnfaz Kanunu nedeniyle cezaların uygulama noktasında sıkıntılar olduğunu söyleyen Karacasu, “İnfaz Kanunumuz nedeni ile cezaların tamamı çekilmiyor. Diyelim ki 30 yıl ceza verildi, 30 yılın tamamını çekmiyorsunuz. Şartlı tahliye var, denetimli serbestlik var. Dolayısıyla cezanın ufak bir kısmı cezaevinde çektirildiği için hükümlüler yaptırımı da maalesef zayıflıyor. Verilen cezayı çekmiyorlar ve toplumda da genel oluşan algı ‘şu kadar ceza alırsam bunun yatarı ne’ şeklinde düşünülüyor. ‘Bunun yatarı şu kadar tamam o zaman diye düşünülüyor.’ Ağırlaştırıcı birtakım düzenlemeler yapıldı. Bunların bir kere her şeyden önce uygulanması ile ilgili bir kere daha titizlikle hareket edilmesi gerekiyor. Şiddeti sadece hukuk alanına sıkıştırarak bu işin içinden çıkamazsınız. Burada bir zihniyet meselesi söz konusu. Her şeyden önce toplumsal cinsiyet eşitliğini çok temelden, çok küçük yaşlardan küçük çocuklara öğretmek, bu bakımından bir dönüşüme zemin hazırlamak gerekiyor ki sağlıklı bir şekilde mücadele edilebilsin” açıklamasını yaptı.