10 Kasım 1938 Perşembe sabahı…
Ata'mızın sağlık durumu giderek kötüleşir. Artık müdahalelere tepki veremeyecek durumdadır. Hasan Rıza dayanamaz ve gözleri dolarak yakın arkadaşı Kılıç Ali’ye bakar. “Kılıç, bak! Koca bir tarih göçüyor,” derken saatler 09.00’u göstermektedir.
Dakikalar geçer. Atatürk’ün ağırlaşan nefesi arasından son kelimeleri dökülür: "Ve Aleyküm Selam." Saatler 9.05’i gösterdiğinde Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük önderimiz hayata gözlerini yumar. Odada bulunanlar, gözyaşlarına boğulmuş, tarifsiz bir yas içindedir. Belki de ölüm meleğinin selamına karşılık vererek 57 yaşında ebedi aleme göç etmiştir Ata’mız…
Hiçbir savaşta yenilmemiş bir komutan, 4 bin kitabı özümsemiş bir düşünür, hatta geometrinin kitabını yazmış bir bilgin olarak, en önemlisi ise ömrünün çoğunu cephelerde harcamış ve tam bağımsız bir ülke bırakmış bir lider olarak kutsal bir mirası arkasında bırakarak göçtü dünyadan.
10 Kasım sabahı, adeta bir milletin kalbi durmuştu. O gün gözyaşları sel olup aktı; bir milletin ruhunu özgürleştiren bu devrimci, ölümsüz liderini kaybetmişti. Türkiye’yi ve özgürlüğünü temellerinden inşa eden Atatürk, aramızdan ayrılmıştı. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır,” diyerek Türk tarihine altın harflerle yazılan bu sözler kıyamet sabahına kadar hafızalardan silinmeyecek.
Her yıl 10 Kasım’da, O'nu daha da büyük bir özlemle, saygıyla anıyoruz. Bu sene yapılan anma programlarında özlem ve şükran vardı. Özellikle minik yavruların gösterileri, Ata’mıza olan sevgi ve saygıları gelecek adına umutlarımızı artırdı.
Bundan tam 86 yıl öncesine doğru gittiğimizde ilginç olaylarla karşılaşıyoruz.
Şöyle ki Atatürk’ün vefat ettiği gün, İstanbul Üniversitesi'nde ders veren bir Alman profesör, sınıfa girip öğrencilerinin yüzündeki hüznü görünce durumu anlamış, rektörü arayıp “Bugün ders ver(e)meyeceğim, ne yapmalıyım?” diye sormuştur. Rektör ona "Sizin memleketinizde büyük bir adam ölünce ne yapılıyorsa onu yapın," diye cevap vermiştir. Yabancı profesör, içinden geçen duyguları tek cümleyle özetlemiş: "Bizim ülkemizde hiç bu kadar büyük bir adam ölmedi."
Yine yaptığımız araştırmalarda gördüm ki dünya basını da bu büyük kaybı yas tutarak duyurmuş;
Norveç’ten Le Morgen Gazetesi: “Atatürk, tarih boyunca ülkesinin en büyük insanlarından biri olarak kalacaktır.”
Macaristan’dan Liot Gazetesi: “Dünya, bu savaş ve barış kahramanı büyük adamın ölümüyle yoksul düşmüştür.”
İsviçre’den Prof. Dr. More: “Türkiye’yi kuran bu büyük adamı başımı eğerek selamlarım.”
… Ve yakın zamanlarda bir 10 Kasım günü. Saat 09.05! Yurdun dört bir yanında siren sesleri yükseliyor, Yüce Türk Milleti Ata'sını anıyor.
Hastanede tedavi gören yaşlı Altan Teyze, refakatçisi olan eşine saati sorar. Saat 09.05 olduğunu öğrenince yatağında duramaz, zorlanarak ayağa kalkmak ister. Yanındaki hemşire, hasta olduğu için bunu yapmaması gerektiğini söyleyince Altan Teyze, yorgun gözleriyle hemşirenin elini tutar, hafifçe gülümser ve şunları söyler: “Şimdi kalkmazsak başka ne zaman kalkacağız?” Zorlukla pencereye kadar yürür; siren sesleri yükseldiğinde göz pınarlarından süzülen yaşlarla Ata’sına saygı duruşunda bulunur. Atatürk, yaşlı teyzenin gönlünde kutsal vatandır, sevgidir, özgürlüktür ve insan gibi yaşamaktır.
Ata’mızı anarken, onun bize bıraktığı bu kutsal ülkeye sahip çıkma sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz. Yunan ve İngiliz’in yaptığı gibi ona saldırmak değil o’nu iyi anlamalı ve anlatmalıyız.
O’nun bizlere armağan ettiği Cumhuriyet’in ve bağımsızlığın kıymetini kan gölüne dönmüş Ortadoğuya bakıp her geçen gün daha derinden anlamalı, savunmalı ve korumalıyız. O’na ve ilkelerine dil uzatanlara asla pirim vermemeliyiz.
Kanında asil Türk kanı taşıyan bu aziz millet, Ata’sının gösterdiği yolda, ona sonsuz bir sevgiyle sahip çıkmaya ve saygıyla anmaya ilelebet devam edecektir.
Kalbimizde… hiç bitmeyecek bir özlemle!