ANNE YAZMAK NE ZORMUŞ… GÖBEK BAĞIM KESİLDİ ADETA!

Abone Ol

Annelik, şartsız seven, kendinden vazgeçendir… 

Annelik, fedakârlıktır, özveridir, samimiyettir…

Annelik, duygudur, sadakattir…   

Annelik, dünyanın en büyük hazinelerindendir… 

Annelik, kendini evlada, torunlarına, sevdiklerine vakfedendir… 

Annelik, tecrübedir, sabırdır, tahammüldür, edeptir, maneviyattır…

Annelik, değerler toplamı, hemen her şeydir… 

HAYAL EDİN…

İrfani kültürü özümseyen, adeta yaşantısıyla yoğuran, başta çocukları olmak üzere, torunlarına ve tüm canlıların ruhlarına ilmek ilmek dokuyan, onları bu terbiye ile doyuran, bilge bir iç Anadolu kadınını hayal edin…

Ağzından tek kem söz sâdır olmayan, tek bir canlıyı bile incitmeyen, dedikodu, kötülük, küslük, kırgınlık nedir bilmeyen, melek gibi bir kadın hayal edin… 

Hayatında bir kere bile ‘yok’ ‘eksik’ demeyen, ‘az’ın ne kadar ‘çok’ olduğunu ‘yok’luğunda bereket kapılarını açtığını öğreten, hanesinin, gönlünün kapılarını sonsuza kadar açan, insan-hayvan, kurt-kuş, börtü-böcek ayrımı yapmaksızın açları-tokları doyuran bir kadın hayal edin… 

Yalnızca ilkokul 1. Sınıfı okuyan, yiyecek ekmeği bulunmayan, arpa şibidi ile gizli-saklı okul bodrumunda karnını doyuran, kâğıt üzerinde cahil kabul edilen, okuma-yazması olan, ezberinde birçok şiir, mani, atasözü, fıkra, hikâye, özlü söz hatta destan bulunan, yeri geldiğinde taşı gediğine koyup etrafı hayretler içinde bırakan ve bunları nesillere aktaran bir kadın hayal edin…

Kâğıt üstünde cahil! 2 kardeşini doktor, 1 kardeşini öğretmen yapan, ‘Ben okuyuymuşum profesör olurdum’ diyen, ezberindeki özellikle Mustafa Kemal Atatürk şiirlerini dinlemek için kapısına onlarca defa öğretmenlerin öğrencileri getirdiği, adeta derelere konu ettikleri bir kadın düşünün… 

20’li yaşlarda sol kulak zarı patlayan, sağ kulağı da cihazla kısmen duyan, dudak okuma özelliği geliştiren, vakitlerde ezanın okunduğunu hisseden, ‘Namaz, yolda gomaz guzum’ şiarıyla kendimizi bildik bileli tek vaktini kaçırmayan, 500’lük, 1000’lik teşbihleri ile gece gündüz zikir çeken, ‘ben sizin için yaşıyorun, siz dua ediyorun guzum’ diyen bir kadın hayal edin…   

İşte o kadın annemizdi bizim /hepimizin… 

Annemizi anlatmaya kelimeler kifayetsiz kaldı/kalıyor… Onu, özelliklerini, güzelliklerini anlatan bir destan yazabilirim, yemin ederim… 

Kaç yaşında, hangi makamda, ne denli bilinçli, hangi karakterde ve dahi güçlü olursak olalım, her daim ararız/arayacağız annelerimizi…

Her ölüm acı… Anne ölümü ise çok acı… 

İlk nefesten bu yana, çaresiz, bilinçsiz, aciz bir bebeği ‘insan’, ‘birey’, ‘yetişkin’ ‘karakter’ ‘adam’ yapan yüce varlıktır anne… 

Ulu Arıyorsan, Analar Ulu,

Sevmişiz Gönülden, Olmuşuz Kulu,

Analar İnsandır, Biz İnsanoğlu’ demiş ya Neş’et Ertaş…

Herkes annesini özetler destanlarla… Şimdi daha iyi anladım Bozkırın tezenesini, anlattı ölüm…

Bir çift göz hayal edin, ilk nefesten bu yana kendinizin bile hayal edemeyeceği ilkler, sevinçler, acılar, duyguların kayda alındığı, gerektiğinde size anlatıldığı bir sistem /video düşünün… İşte o annedir… 

Bilgi yumağı, eğitim abidesi, muazzam bir kütüphane, adeta dua kapısı, yaşayan bir tarihtir anne… İşte bu kapıların sonsuza kadar kapanmasıdır anne ölümü… Yalnızlık, eksilmişlik, sahipsizlik, boşluk duygusudur…

Asla ve kat’a telafisi olmayan dua kapısının kapanması, hafıza kaybı, yüce bir varlığın vedasıdır annenin ölümü… 

Kasım ayının beşinci günü akşam saatleriydi… Telefon gelsin istemiyordum 36 gün/asır boyunca, hem de gece gündüz…Geldi, çağırdılar hastaneye, dünyaları sığdırdığı o güzel kalbi durdu, müdahale ediyor doktorlar diye… Koştuk, koştuk, yetemedik… 

Dünyanın o en güzel nurlu yüzüne baktım, baktım, baktım doyamadım… Beni gördüğünde dizlerine vurup her zaman yaptığı gibi ‘vah, guzum sen mi geldin demedi, ilk kez, sarılmadı boynuma, öpmedi, gurur duyuyorum guzum demedi, sevinç gözyaşlarını silmedi, garnınız aç mı oğlum demedi, 

Cenab-ı Hakkın emrine uyup,

Melek olup kanatlanıp uçup,

Bizleri gözü/gönlü yaşlı koyup,

Melek annem Hak katını seçti…

Güzel gönlü adeta volkandı, dünyaya söndü,

Burak atına binip, Dâr-ı Bekâya İrtihâl Eyledi anneciğim…

Altıncı gününde, soğuk bir havada ikindi sonrası dualarla ebedi âleme yolcu ettik…

Sündüz ablam ‘Sen onun kıymetlisiydin, senin üzerini sıkı sıkıya örterdi, sende güzelce ört demişti’ bana nasip oldu, annemi kendi ellerimle toprağa saklamak… Tahtaları dizerken son defa bakmak, yemin ederim bu duygu tarifsiz, anlatılamaz…    

Tamda burada annesi öldü diye sete girmeyen, onu sakladım diyen aktör Hakan Meriçliler geldi aklıma… Gonca Vuslateri anlatıyor ‘Hakan abi karavandan giriyor, Erkan Can bir yandan tütün sararken, diğer yandan çay içiyor ve Hakan Meriçliler’e dönerek ‘Oğlum naptın, sakladın mı anneni?’ diyor… Oda ‘Sakladım abi’ diye cevap veriyor…  

Annelerin hiçbir zaman ölmeyeceğini, anne-çocuk duygusunun sonsuza kadar süren bir duygu olduğunu, aslında toprağın altına koyduğumuz bedenin anne olmadığını, öğretilen bir şey olduğunu, aslında annemizi sakladığımızı anlatıyor aslında… Bu videoyu izleyin lütfen, izlemiştim yıllar önce, sadece izlemişim, annem ölünce daha iyi anladım ne demek olduğunu… 

Beş evladı, iki gelini, üç damadı, torunları, onun çocukları, hısım, akrabası, sevenleri sevdikleri nasibi olan herkesi oradaydı o gün… 

Yaşınız kaç olursa olsun, dünyanın en güçlü, kudretli insanı da olsanız o anne öz sevgisinin sıcaklığından uzak kalacak olmak, sığınacağınız dalın kırılması, ardında bıraktığı boşluk, çaresizlik, gerçeklik, geri dönülmezliğin acımasızlığı, son nefese dek yanıp kavrulma hasreti/hissiyatı tarifsiz…  

Bir nevi yıkım annesizlik evlatları için… 

Kabullenmek istemeseniz de tek gerçek ölüm, en büyük acılardan… 

Tek gerçek var, ölüm… Anne-baba evinde eşyalar ağladı adeta, elleriyle beslediği sokak kedi-köpekleri ayrılmadı haftalarca kapıdan… Ne mutfakta bir tıkırtı vardı, ne de her gün aksatmadan saat 3’de içtiği kahvesini yapmıyordu artık… Her şey duruyordu, lakin o yoktu artık…  

En sevdiğine yolcu ettik annemi... Her evlat gibi bende, bizde borçlu kaldık annemize… Karşılık beklemeyen sevginin; merhametin, sabrın, özverinin kaynağı, saf ve güzel duyguların mayası dua kapımız kapandı… 

ACIMIZI TAHAMMÜL EDİLEBİLİR KILDINIZ… 

Anne yazmak ne zormuş, göçünce iliklerine dek anlıyor insan… 

Baba yazmakta zordu, yaşadım, yazamadım… 

20 yaşımda yaslanacak ne dağlar aramıştım! Bilirim!

Anneciğim hem ‘ANA’, hem ‘DAĞ’ olmuştu hepimize…

Annen gidince ise ocağı yıkılıyor, öksüz kalıyor, yaşlandığını hücrelerine kadar hissediyor insan… 

ÖLÜM; Küçük kıyamet… Hesapsız, kitapsız geliyor götürüyor her şeyi: 

Anne giderse yuva gidiyor, hayal gidiyor, umut gidiyor, çocukluğun gidiyor… 

Sevincin, servetin, yarınların gidiyor adeta…

Kılcal damarları yanarken hissediyor, ciğerlerinizin derinliklerinde yaşıyor, nefessiz kalıyor ölümün en yakıcı darbesini hissediyorsunuz… 

Kalbiniz duruyor, boğazınız da düğümleniyor dünya!

Şefkate, sevgiye ve dahi ilgiye muhtaç minik bir yavru gibi kıvranıyorsunuz…

Dua kapımızın kapandığına mı? Çocukluktan çıkıp yetim-öksüz kaldığımıza mı yanalım bilemedim!

Ne yazsam, ne söylesem, okyanusları ağlasam, annemi anlatmaya kalksam eksik kalacak bir yanı! ‘Göbek bağım yeni kesilmiş gibiyim’ diyeyim de siz anlayın…

‘Bazen bir cümleye kocaman bir hayat sığıyor’ desek te günlerdir o cümlenin peşindeyim, bulamadım, mevzu anne olunca sanırım bulamayacağım da…

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. (Biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz) dayanak oldu bize…

Bu minvalde;

Nefesimiz, kıymetlimiz annemizin vefatı dolayısıyla, zor günümüzde/ günlerimizde gönlünce bizleri yalnız bırakmayan, cenazemize iştirak ederek acımızı paylaşan, ‘Emir Allah’ındır dönüş O’na’ diyerek ziyaretimize gelen, süreçlerde destek olan, telefonla baş sağlığı dileklerini ileten, mesaj, ileti ve sosyal ağlardan taziyelerini paylaşarak acımıza ortak olan tüm gönül dostlarımıza şahsım ve ailemiz adına sonsuz teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı sunarım, iyi ki varsınız…

Bir küçük kıyamettir ölüm. Hesapsız gelir ve götürür her şeyi: Sevincini, servetini, hayalini, umutlarını yarınlarını,; sel gibi şimşek gibi volkan gibi. Kurşun gibi..

Ey Canlar ölümü göğsünüzün kılcal damarları yanarken hissettiniz mi hiç, ciğerlerinizin derinliklerinde yaşadınız mı ölümün en yakıcı darbesini? Kalbiniz Binbir yerinden parçalandı mı alevden mızraklarla. Boğazınızda düğümlendi mi dünya?

Cenab-ı Hak hepinize sağlıklı, sıhhatli ömürler nasip etsin /sizlerden razı olsun…

Ve dahi İnsan ‘Hayatı başkasına tahammül edilebilir kılandır’ derler…

Acımızı tahammül edilebilir kıldınız…

Allah cc sizlerden razı olsun… 

Aziz Mahmut Hüdayi, Efendimizin mektup muhtevasını şöyle şiire dökmüştür: 

Alan Sen’sin, veren Sen’sin, kılan Sen 

Ne verdinse odur, dahi nemiz var!

Ezcümle; Dâr-ı bekâya irtihal eden tüm yakınlarımıza Allah’tan rahmet, geride kalanlara sabır ve sadır genişliği diliyorum…

Ves’selam…