Kıssayı duymuşsunuzdur. Şöyle:
“Günlerden bir gün iki inatçı keçi, sürüden ayrılıp dağ bayır gezmeye çıkmışlar. Biri sağa gitmiş, biri sola. O dağ senin, o taş benim, hoplayıp zıplamışlar sarp kayalıklarda. Yorulunca da su içmek için dereye inmişler.
Derenin üzerinde de bir köprü varmış. Ne var ki bu köprü pek de emniyetli değilmiş. İnce tahtalardan yapılan dar bir köprüymüş. Bu iki inatçı keçi köprünün üzerinde karşılaşmamışlar mı? İkisi de birbirine yol vermeye pek niyetli değillermiş. Köprünün üzerinde birbirlerine doğru adım adım yürümüşler, sonunda köprünün ortasında karşı karşıya gelmişler.
Büyük olan keçi yol istemiş. Küçük keçiye ‘Yol ver, karşıya geçeceğim.’ demiş.
Küçük keçi hiç oralı olmamış. ‘Niyeymiş efendim! Köprüye ilk ben çıktım, siz yol verin.’ demiş.
Büyük keçi ısrar etmiş, küçük keçi direnmiş. İki keçi de birbirinden inatçı.
Sonunda köprüde kafa kafaya toslaşmışlar. Büyük keçi bir tos atmış, küçük keçi bir tos atmış, sonunda köprü bu yüke dayanamayıp ortadan kırılmış.
İki inatçı da dereyi boylamış.”
Benim yaş grubuma yakın olanlar, eminim, hemen ilkokul ders kitaplarından bu kıssayı hatırladılar. Hatırladılar ve zihinlerinde neler canlandı neler.
Evet; işin özü aklını kullanabilmek elbette.
Aklımızı kullanmak ile ilgili zihnimizi yoklayalım şöyle bir bakalım.
Doğru zamanı yanlış kişilerle doldurmamak, aklı iyi kullanmak elbette. Elbette zaman yönetiminde başarılı olanlar, aklını iyi kullananlardır.
Aklımızı kullanmadığımızı anladığımızda pişmanlıklarımız başlıyor. Pişmanlıklarımız arttıkça da hayattan zevk almakta zorlanıyoruz. Zorlanmalarımız, yaşama azim ve kararlılığımızı etkiliyor.
Açıktan açığa olmasa da içten içe hepimiz ‘İyi bir akla sahip olmak yeterli değil. Asıl mesele onu iyi kullanmasını bilmek’ deyiveriyoruz. Deyiveriyoruz ama bunu uygulamaya geçirmede epey zorlanıyoruz.
Bir araya gelme, çözüm için ortak kafa yorma, bunu gündelik hayatımıza aktarabilme hususlarında ne kadar başarılı olduğumuzu sorguluyoruz.
İnsanın hem kendi ile hem çevre ile uyumlu olabilmesi için aklını kullanmasının şart olduğunu biliyoruz bilmesine de pek başarılı olamıyoruz bu işlerimizde.
Yerinde ve zamanında uygun öğüt vermek ama mutlaka verdiği öğüde uygun davranmanın aklı iyi kullanmak olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Çok iyi biliyoruz bilmesine de bildiğimizi gündelik hayata pek aktaramıyoruz
Sevmenin, sevilmenin, değer vermenin, değerli görülmenin de aklı iyi kullanma olduğu hususunda hiç şüphemiz yok. Yok, olmasına yok da bir türlü dengeli davranamıyoruz bu konuda niyeyse.
Hepimizin iyilik ve kötülük hakkında mutlak bilgisi var. Bunlardan birini seçip uygulayacak gücümüz de var. Aklını iyiye kullananın iyilik yönünde, kötüye kullanan kötülük yönünde yaşayacağını biliyoruz. Biliyoruz bilmesine de zaman zaman da olsa kötüye meylimizi akıl yoluyla pek açıklayamıyoruz.
Konuşurken güzel, doğru, tatlı, gönül alıcı, yumuşak olmanın aklımızı iyi kullanmakla doğrudan ilişkili olduğunun farkındayız. İletişimdeki davranışın başarıya dönüşmesinin aklın iyi kullanılmasında saklı olduğunun da farkındayız. Farkındayız da fark yaratmada zorlanıyoruz bu alanda da.
İnsan ilişkilerinde öfke kontrolünün aklı kullanmadan olmayacağını hep söylüyoruz. Aile içi iletişimde aklı kullanmanın bütün fertler için zaruret olduğunda kararlıyız. Kararlıyız ama bunu da başarmada zorlanıyoruz gibime geliyor.
Toplumdaki kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşmanın aklın kullanılması ile etkili ve verimli olduğunun şuurundayız. Düşünüp taşınıp seçenekler karşısında seçim yapmanın ve ona göre eyleme geçmenin aklı kullanmak olduğunu çok iyi biliyoruz. Çok iyi bildiğimiz bu ve benzeri hususlarda niye zorlandığımızı pek inceleyemiyoruz maalesef.
Maalesef güçlü yanlarımız, sessizlikler içinde kaybolup gidiyor.
Akıllı görünme çabamız, çoğu zaman akıllı olmamızı engelliyor.
Aklımızı daha iyi kullandıkça daha da özgürleşeceğimizin farkındayız.
Aklımız kullanalım; farkındalıklarımızla fark yaratalım artık değil mi?