Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: '(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.'(Âl-i İmran, 3/31).
Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurur: 'Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir. (Muvatta' , Kader, 3.) İman edilmesi gereken esaslardan biri de peygamberlere imandır. Müminler olarak bizler, Âdem a.s.'dan Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa s.a.v'e kadar gönderilen bütün peygamberleri tasdik eder, bu inancımızı gönülden dile getiririz.
Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de, 'Ey İman edenler! Allah'a ve Resûlüne iman edin…' (Nisa, 4/136). Buyurarak kendisiyle birlikte peygamberine inanmayı emretmiştir. Bizler, Yüce dinimiz İslam'ı iki ana kaynaktan öğreniriz. Birincisi hidayet rehberimiz olan Kur'an-ı Kerim'dir. İkincisi ise Resûlullah Efendimiz (s.a.s)'in çağlara ışık tutan sünnet-i seniyyesidir. Kur'an-ı Kerim, O'nunla anlaşılmış ve O'nun örnekliğinde hayata yansıtılmıştır. Biliriz ve iman ederiz ki onun sahih sünnetine tabi olmadan gerçek anlamda İslam dini yaşanamaz. Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de ifade edildiği üzere Peygamber Efendimize uymak Allah'ı sevmekle doğrudan ilgili ve irtibatlıdır. Bu itibarla, Peygamber Efendimize hürmet göstermeyen bir inanç, kişiyi ne mümin kılar, ne de Müslüman. Peygamberimiz s.a.v, bütün insanlığa gönderilmiş rahmet ve hidayet kaynağıdır. O, bize varoluşumuzun gayesini haber vermiştir. Allah'a, doğru ve hakkıyla ibadet etmenin, O'nun rızasını kazanmanın yolunu öğretmiştir. O, bizleri özüyle ve sözüyle fazilet ve erdeme davet etmiştir. Şu bir gerçektir ki; dünya ve ahiret saadeti hedefleyen her mümin, Peygamberimiz (s.a.s)'in sahih sünnetine tabi olmak durumundadır. Gerçek anlamda sünnete tabi olmaksa, öncelikle Kur'an-ı Kerim'i Peygamberimizin tebliğ ettiği şekilde doğru anlayıp hayatımıza yansıtmaktan geçer. Sünnete uymak müminleri engin bir gönle, derin bir ufka, yüce bir ruha, erdemli bir karaktere ulaştırır. Ne mutlu Allah ve O'nun Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.'in yolundan gidenlere! Ne mutlu Allah'ın Kitabına ve O'nun Peygamberinin sünnetine uyanlara!
MUS'AB B. UMEYR (R.A.)

İftar için tatlı bir telaş vardı. Abdurrahman b. Avf önündeki iftar sofrasına şöyle bir bakıverdi. Nedendir bilinmez aklına birden Mus'ab gelmişti…
'Mus'ab şehit edildi. Halbuki o benden daha hayırlıydı.' dedi sonra. Uhud Savaşı'nda şehit düşen Mus'ab'ın hali bir türlü gözünün önünden gitmiyordu. Öylesine yokluk içindeydi ki bedenine kefen yapılacak doğru dürüst bir örtü bile bulunamamıştı. Zorlukla elde edilen bir bürdeyle kefenlendi Mus'ab. Lakin onunla da başı örtüldüğünde ayakları, ayakları örtüldüğünde ise başı açıkta kalıyordu. Mus'ab yokluk içinde bu dünyadan göçüp gittiği halde, kendisi dünyada türlü türlü nimetlere nail olmuştu. O günü hatırladıkça gözyaşlarına hakim olamıyordu. Uzanamadı eli sofraya bir türlü, kalktı gitti. (Buharî, Cenaiz, 26)
Abdurrahman b. Avf gibi adını işiten herkes hayırla yad ediyordu Mus'ab b. Umeyr'i. Müslüman olmak uğruna hiçbir Kureyşlinin yapamayacağı bir fedakarlıkta bulunmuş, sahip olduğu konforlu hayatı ve zenginliği hiç tereddüt etmeden elinin tersiyle itivermişti. Halbuki Mekke'de onun gibisi yoktu. Genç ve yakışıklıydı. Saçının güzelliği, kıyafetlerinin gösterişi, kullandığı koku hatta giydiği ayakkabının kalitesi herkesin dilindeydi. Anne babası onu çok seviyor, bir dediğini iki etmiyordu. Herkes nasıl da imreniyordu onun ihtişamlı yaşantısına. Meraklı bakışların kuşatması altında olan Mus'ab, o günlerde gizliden gizliye Erkam'ın evine gidiyordu. Kimsenin haberi yoktu Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiğinden.
Bir gün kabilesinden Osman b. Talha onu namaz kılarken gördü ve hemen ailesine giderek durumu haber verdi. Oğullarının Müslüman olmasına çok öfkelenen anne ve babası, onu vazgeçirmeye kararlıydılar. Günlerce hapsettiler, baskı altında tuttular ama döndüremediler gittiği yoldan. Genç Mus'ab Allah ve Resûlü'nün uğruna sahip olduğu her şeyi terk etti. Hem de hiç tereddüt etmeden. Onların sevgisi bir yana, dünya ve dünyaya dair ne varsa hepsi bir yanaydı. İslam davetinin açıktan yapılmasıyla birlikte müşriklerin baskılarını artırmaları nedeniyle Mus'ab b. Umeyr beraberindeki bir grup Müslüman ile Habeşistan'a hicret etti. Bir müddet orada kaldıktan sonra tekrar Mekke'ye döndü. Birinci Akabe Biatı'nda Medineli Müslümanların isteği üzerine Allah Resûlü onu Medine'ye öğretmen olarak gönderdi. Genç ve yetenekli Mus'ab Resûlullah'ın tebliğ metodunu iyi biliyordu. Bunun yanı sıra o zamana kadar inen Kur'an ayetlerini ezberlemesi ve etkili konuşma tarzıyla da dikkat çekiyordu. Kısa sürede birçok insanın gönlünü kazanan Mus'ab, başta Sa'd b. Muaz ve Üseyd b. Hudayr gibi Medine'nin önde gelenleri olmak üzere çok sayıda Medinelinin Müslüman olmasına vesile oldu. Onun çabası sayesinde artık her ensar evinde mutlaka bir Müslüman vardı. Bir yılın ardından beraberinde yetmiş beş Müslümanla İkinci Akabe Biatı için Mekke'ye gelen Mus'ab, Allah Resûlü'nün verdiği görevi hakkıyla yerine getirmiş ve onun takdirini kazanmıştı. Mus'ab b. Umeyr ilmi ve ahlakının yanı sıra cesareti ve azmiyle de örnek bir sahabiydi. Hz. Peygamber Bedir ve Uhud Savaşları'nda sancaktarlık görevini ona vermişti. Uhud'da en zor anında dahi bir an olsun Resûlullah'ı yalnız bırakmadı Mus'ab. Daha önce Allah ve Resûlü uğruna sahip olduğu her şeyi feda eden, ensarın ilk öğretmeni artık elinde kalan tek şeyi, canını feda etmek üzere savaş meydanındaydı. Zira Allah'a verilen sözün gereğiydi bu. (Ahzab, 33/23) Ve Mus'abü'l-Hayr'ın verdiği sözden geri dönmeye hiç niyeti yoktu. İbn Kamie'nin kılıç darbeleriyle önce sağ eli ardından da sol eli koptu. Yine de sancağı düşürmedi, kollarıyla tutarak göğsüne bastırmaya devam etti. En sonunda mızrakla yaralanarak şehit düştü. Savaşın ardından Allah Resûlü'nü ölümüyle en çok hüzünlendirenlerden biri o oldu. Resûlullah Mus'ab'ın yüzüstü düşmüş bedeninin başında durduktan sonra o ve beraberindeki diğer şehitlere hitaben Allah katında şehitler olduklarına kıyamet günü bizzat şahitlik edeceğini söyledi. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 121) İslam'la şereflenmeden önce asaleti ve zenginliği dilden dile dolaşan Mus'ab b. Umeyr'in şehit olduğunda bedenini tamamen örtecek bir kefeni bile yoktu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, başının örtülmesini, ayaklarının üzerine ise izhir otu konulmasını istedi. (Buharî, Cenaiz, 27) Hicretten sonra Yüce Allah'ın mükafatıyla ashab çeşitli nimetlere nail olmuşken Mus'ab b. Umeyr bunların hiçbirini göremeden yokluk içinde şehadete yürümüştü. Fakat onun nezdinde Allah ve Resûlü'nün sevgisi yanında malın, mülkün, şöhretin hiçbir kıymeti yoktu. Onun gerçek serveti imanıydı. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 63)
MEAL OKUYORUM

Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez (Lokman Suresi, 18)
GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Senden sana teslim olan bir kalp, doğru sözlü bir dil ve dosdoğru bir ahlak istiyorum.' (Hakim, Deavat, 1872)
HER GÜNE BİR HADİS


Çalışana ücretini, teri kurumadan verin. (İbn Mace, 'Ruhûn', 4)
BİR SORU-BİR CEVAP

Üvey anne, üvey baba ve üvey çocuklara zekat verilebilir mi?
Üvey anne, üvey baba ve üvey çocuklara, fakir olmaları halinde zekat verilebilir. Çünkü bunlarla zekatı veren kişi arasında usûl ve fürû ilişkisi olmadığı gibi, zekat veren şahıs normal durumlarda bunlara bakmakla yükümlü de değildir (İbnü'l-Hümam, Feth, II, 275). (Fetvalar, DİB Yay. syf. 250)