Her kesimin kendince iletişim araçları vardır. Her bir araç, karşıdaki muhatabına giden bir yoldur. Ben seninle aynı yöne bakıyorum, aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyorum demektir. Selam da bu iletişim araçlarından birisidir. Bir insan diğerine selam verdiğinde, 'benden sana zarar gelmez', 'senin için eminim' anlamına gelmektedir. Adı üstünde 'selam' kelimesi barış, güven ve sulh anlamlarına gelmektedir. Selam verenlerin arasında barışın ve mutluluğun ortamı var demektir.

Selam konusuna İslam ziyadesiyle önem vermiştir. Her şeyden önce Allah'ın isimlerinden birisi de 'es-Selam'dır (Haşr 59/23). Ayrıca hadisi şerifte, 'es-Selam' ismi Esma-i Hüsna'dan zikredilmiştir (İbn Mace, Dua, 10). Kuran-ı Kerîm'de kırk yerde selam ifadesi geçerken Rabbimizin cennet ehline selam vereceği (Yasin 36/58) ve 'size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin' (Nisa 4/86) mealinde ayetler geçmektedir. Birçok hadiste de selamın önemi ve nasıl verilmesi gerektiği hususunda bilgiler geçmektedir. Bunlardan birisi şu şekildedir: Rasûlü Ekrem'i öldürmek maksadıyla Mekke'den Medine'ye gelen ve niyeti anlaşılıp tutuklanan Umeyr b. Vehb el-Kureşî'nin, Rasûlüllah'ı o dönemin adetine göre, 'Sabahınız hoş olsun' diyerek selamlaması üzerine Allah Rasûlü, 'Allah bize lütufta bulunarak seninkinden daha hayırlı olan ve cennet ehli tarafından da kullanılan 'es-selam' sözüyle selamlaşmayı öğretti' (İbn Hişam, II, 661-662) demiştir. Hz. Peygamber selam vermeyi sevap kazandıran (Buharî, Îman, 20) ve cennete girmeye vesile olan (Tirmizî, Ḳıyame, 42), önemli amellerden biri olarak tarif etmiş Müslümanların çokça selamlaşmasının karşılıklı sevgiyi arttıracağını (Müslim, Îman, 93), hayır ve bereket getireceğini (Tirmizî, İstiʾẕan, 10) ve insanı Allah'a yaklaştıracağını (Ebû Davûd, Edeb, 133) bildirmiştir.

Selamlaşmak, her şeyden önce Allah'ın emri ve Rasûlü'nün bir sünnetidir. Bir Müslüman için bu bir ibadet hüviyetindedir. Kardeşleriyle her karşılaştığında yerine getirmesi gereken bir görevdir. Ancak hem Kur'an hem de sünnette olan böyle bir ibadetin bugün bizler açısından uygulama noktasında sıkıntılar bulunmaktadır. Artık Allah'ın selamı yerine başka ifadeler dilimize yerleşmektedir. Mutlaka karşılıklı söylenen her bir güzel ifadenin değeri vardır. Ancak Müslümanlar için karşılaşıldığında söylenecek olan bellidir. O da 'es-Selamü Aleyküm' demektir. Bir taraf selam verdiğinde diğer Müslümanın bunu almaktan imtina etmemesi dini bir görevdir. Eğer bu sünnet yaşamazsa, bir müddet sonra yok olmaya başlayacak, bu da bir zincir halinde başka sünnetlerin uygulamadan kalkmasına sebep olacaktır.

Selam, sünnet kültürünün temel parçalarından birisidir. Allah Rasûlü 23 yıllık risalet hayatında yeni bir toplum inşa etme sürecinin peşinden koşmuştur. Cahiliye dönemi yaşamış, kültür ve medeniyet bilmeyen insanları karıncayı bile ezemez konuma getirmek için uğraşmış ve başarmıştır. Birbirlerini öldürmekten imtina etmeyen insanların naif bir insan haline bürünmesinde Peygamberin etkisi büyüktür. Eğer böyle bir birliktelik var ise, o birlikteliği sağlamada selamın katkısı inkar edilemez bir gerçektir. Çünkü gönülden selamlaşan insanlar, birbirlerinin düşmanı değil dostu olabilirler. Sevgi ve mutluluğun paydaşı olurlar. Dünya meşgalesinin arttığı, hayatın son hızla yaşandığı günümüzde durup bir soluklanmaya ve kardeşlerimizle zaman geçirmeye ihtiyaç vardır. Bu muhabbet ortamının anahtarı da selamdır. Ne mutlu selamı hayatının merkezine yerleştirenlere…


Resûlullah'ın Kıymetli Dadısı:

ÜMMÜ EYMEN (R.A.)

Ümmü Eymen Bereke bint. Sa'lebe, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın Habeşli cariyesiydi. Allah Resûlü'nün hiç göremediği babasından yadigar kalan kıymetli dadısıydı. 'Annemden sonraki annemdir.' derdi hep Hz. Peygamber onun için. (İbn Hacer, el-İsabe, VIII, 359) Zira altı yaşındayken babasının kabrini ve akrabalarını ziyaret için birlikte gittikleri Medine'den annesini de kaybetmenin acısıyla dönerken Ümmü Eymen'in şefkatiyle teselli bulmuştu. Mekke'ye döndüğünde dedesi Abdulmuttalib torununun Ümmü Eymen'in elinde büyümesine karar vermiş ve kendisinden onu asla ihmal etmemesini istemişti. Abdulmuttalib'in emanetine gözü gibi bakmıştı Ümmü Eymen. Yıllar sonra büyüyüp Mekkelilerin güvenini kazanan genç Hz. Muhammed s.a.v, Huveylid'in kızı Hatice ile evlendi ve çok sevdiği dadısını azat etti. Bunun üzerine Ümmü Eymen Ubeyd b. Zeyd el-Hazrecî ile evlenerek kendi yuvasını kurdu. Bu evlilikten Eymen adlı oğlu dünyaya geldi. Daha sonra kocası Ubeyd bir savaşta şehit düştü. Ümmü Eymen'in yalnız kalmasına Resûlullah'ın gönlü razı olmadı. 'Kim cennet ehli bir kadınla evlenmek isterse Ümmü Eymen ile evlensin.' buyurdu. (İbn Sa'd, Tabakat, VIII, 224) Allah Resûlü'nün bu çağrısına çok sevdiği azatlı kölesi Zeyd b. Harise kayıtsız kalmadı ve onunla evlendi. Bu evliliğinden de Hz. Peygamber'in kendi torunlarından ayırmadığı ve babası Zeyd kadar çok sevdiği Üsame b. Zeyd dünyaya geldi. Anne baba şefkatinden uzak büyüyen Allah Resûlü'ne onların sıcaklığıyla yaklaşan hayırlı bir dadı olan Ümmü Eymen, aynı zamanda sahabîlerin önde gelenleri arasında yer aldı. Hz. Hatice'nin ardından Hz. Peygamber'e iman ettiğini bildiren ilk mümin kadınlardandı. Müslümanların çetin bir imtihandan geçtiği Uhud Savaşı'nda Hz. Fatıma, Hz. Âişe, Ümmü Süleym, Nesîbe bint. Ka'b ile birlikte askerlere su dağıtımı ve yaralıların tedavisi gibi hizmetleri özveriyle yerine getirdi. Aynı şekilde Hayber Savaşı'nda bir grup kadınla birlikte ip eğirmekten ilaç temin edip yaralıları iyileştirmeye kadar Allah yolunda elinden geleni yapmaya çaba sarf etti. Savaş sonrasında Hz. Peygamber, Ümmü Eymen ve beraberindeki kadınlara ganimetten bazı hediyeler verdi ve onların hatırı sayılır hizmetlerini karşılıksız bırakmadı. Ümmü Eymen Huneyn Savaşı'nda oğlu Eymen'i, Mûte Savaşı'nda da kocası Zeyd b. Harise'yi şehit verdi. Allah Resûlü hem şehit annesi hem de şehit eşi olan dadısını ziyaret etmeyi vefatına kadar hiç ihmal etmedi. Ona baktıkça 'Ehl-i beytimden geriye bu kaldı.' (İbn Hacer, el-İsabe, VIII, 359) derdi. Resûlullah'ın dadısına olan sevgi ve hürmetini bilen Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de vefatından sonra aynı şekilde Ümmü Eymen'i ziyaret ederlerdi. Yanına gittikleri bir defasında Ümmü Eymen ağlamaya başladı. 'Niye ağlıyorsun? Allah katındakiler Resûlullah (s.a.v.) için daha hayırlıdır.' dediler. Doğduğu günden vefatına kadar hizmetinde bulunduğu, acı tatlı her anına şahit olduğu ve anne şefkatiyle sevdiği Hz. Peygamber'den ayrı kalmak Ümmü Eymen'i çok üzmüştü. Peygamber'in yokluğuna alışmak kolay değildi lakin daha da zor olanı artık vahyin gelmeyecek olmasıydı. Bu hissiyatla Ümmü Eymen şöyle dedi: 'Ben Allah'ın katındakilerin Resûlü (s.a.v.) için daha hayırlı olduğunu bilmediğimden ağlamıyorum. Asıl gökten inen vahyin kesilmiş olmasına ağlıyorum.' Aldıkları cevap Hz. Ebû Bekir'i ve Hz. Ömer'i de duygulandırdı ve onlar da ağlamaya başladılar. (Müslim, Fedailü's-sahabe, 103) Bir zamanlar Abdülmuttalib'in cariyesi diye anılan Ümmü Eymen, Rahmet Elçisi'nin diliyle 'annem' diye taltif edilerek cennetle müjdelenmiş saliha hanımlardan olma şerefine ermişti. Bir hizmetkar için tarif edilemeyecek bir mutluluk olmalıydı bu. Resûlullah'a duyduğu muhabbeti, vefası, fedakarlığı ve dirayeti sayesinde asr-ı saadetin örnek simalarından biri olan Ümmü Eymen, Hz. Osman'ın halifeliği zamanında 645 yılında Medine'de vefat etti ve Bakî' Mezarlığı'na defnedildi. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 87)


MEAL OKUYORUM

Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat Suresi, 6)


GÜNÜN DUASI

'Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.' (İbrahîm Sûresi, 41. ayet)


HER GÜNE BİR HADİS

'Allah hırsıza merhamet etmesin!' Buharî, Hudûd 7


BİR SORU-BİR CEVAP

Önceki yıllara ait zekatını vermeyen bir kimse daha sonra zekat borçlarını nasıl öder?

Zekat vermekle yükümlü olduğu halde önceki yıllarda zekatını ver-memiş olan kimse, elinde malı varsa zekatını vermediği geçmiş yılların zekatını da verir. Mesela iki yıl zekat vermeyen bir kişi, ilk yılın zekatını verdikten sonra ikinci sene için kalan paranın % 2,5'unu zekat olarak verir (Mevsılî, el-İhtiyar, I, 329-333, 391).