Her ailede yeni bir heyecanın uyanmasına vesile olan, anne babanın sevgisini ve şefkatini üzerinde göstereceği, dünya hayatının süsü (Kehf, 18/46) ve göz aydınlığı olan (Furkan, 25/74) varlıktır çocuk. Anne baba kendileri için göz aydınlığı olmasını diledikleri çocuklarını sevgi ve şefkatle büyütmelidir. Çocuğun maddi varlığı için gıda mesabesindeki anne sütü ve yiyecekler ne ise ruhu için de sevgi odur. Anne baba çocuklarını büyütürken 'Çocuğum yemezsen büyüyemezsin.' diyerek onları maddi gıda almaya sevk ederken onların ruhlarını güzelleştirecek sevgi ve şefkatlerini de onlara göstermelidirler. Zira sevgi ortamında büyüyen çocukların ileriki yaşlarda ruhen ve bedenen daha sağlıklı oldukları bir gerçektir. Tam tersi ortamda büyüyen çocuklarda ne yazık ki şiddete meyil ve hayata uyumsuzluk görülmektedir.
Hayatımızın her alanında bizlere örnek olan Peygamberimiz, hayatı boyunca hiçbir çocuğu ne kırmış ne de incitmiştir. Peygamberimiz çocuklara hitap ederken onların kalplerini ve gönüllerini kazanması gerektiğini ve yüreğine girilemeyen çocuğun eğitilmesinin zorluğunu çok iyi bilmiştir. Bu sebeple küçük muhataplarının gönüllerine dokunabilmeyi kolaylaştıran bazı eğitim metotları kullanarak bize birtakım tavsiyelerde bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: 'Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.' (Ebû Davûd, Edeb, 66) Şunu unutmamak gerekir ki, küçüklerimize sevgi göstermek onların bizlere göre küçük ama onlara göre büyük olan dünyalarını mutlulukla dolduracaktır.
İnsanoğlu hayatı boyunca her daim emanetlere sahip çıkmakla sorumludur. En önemli ve en büyük nimetlerden birisi olan emanet ise evlattır. Nimettir, bir o kadar da değerine binaen ağır bir yüktür. Nesiller boyunca Adem (aleyhisselam)'dan beri insanoğlu çocukla alakalı türlü türlü imtihanlara tabi tutulmuştur. Bu sebepledir ki anne babanın birey olarak en büyük sorumluluğu: Çocuk yetiştirirken onların iyi bir insan olmaları ve imanlı, ahlaklı, Rabbini ve Peygamberini bilen bireyler olmaları için en üstün gayreti göstermektir. Çocuk henüz dünyaya gelmeden ebeveynin görevi, bilgi sahibi olmaya çalışmakla başlar. Günümüzde çocuklara din eğitimi vermeye çalışırken Hz. Peygamber (sav)'in bu hususta nelere önem verdiğini tespit etmek eğitimcilere ve anne babalara ışık tutacaktır. Annelik ve babalık eğitimleri ihmale gelmez ki; çocuk buna hayatı boyunca her an muhtaçtır. Her ne kadar zor olsa da meyvesi nihayetinde baldan tatlıdır.
Çocuk yetiştirmek bir yolculuktur. Uzun, meşakkatli ve bir o kadar da güzel bir yolculuk. İşte bu yolculuğun en tartışmasız rehberi de Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)'dir. Yolculuğun ilk adımından itibaren nebevi metodu takip etmek hiç şüphesiz yolun yükünü azami derecede hafifletecektir.
Çocuğun hayatı boyunca müsemma olacağı ismi hassasiyetle seçmek gerekir ki, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ;'Muhakkak ki siz kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. O halde (çocuklarınıza) güzel isimler koyun.' (Ebu Davud, Edep, 61) buyururken, anne babalara bu konudaki sorumluluklarını hatırlatmaktadır.
Peygamber Efendimizin çocuk yetiştirme usulüne baktığımızda; onlara ne kadar değer verdiğini, sevgi, saygı, hoşgörüyle yaklaşarak onları dinlediğini, hatta onlarla şakalaştığını dahi görürüz ki tam da bu noktada Peygamberimiz: 'Kimin çocuğu varsa, onunla çocuklaşsın.' (Deylemî, 3/513) buyurmuştur.
Peygamberimizin iman ve ibadet konularında çocuklara öğretileri de bizler için örnek teşkil eder. Nebevi metotla hareket etmek isteyen anne babaların çocuklarının dini eğitimlerinde daha büyük bir hassasiyetle çaba göstermeleri gerekir. Çünkü anne baba için hem dünya hem ahiret sermayesi olan bir bireydir çocuk. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz 'Hiçbir ana-baba evladına iyi bir eğitimden, iyi bir ahlaktan daha değerli miras bırakmış olmaz.' (Tirmizî, Birr, 33) buyurmuştur.
Varlık İmtihanında Faziletli Bir Yiğit:
ABDURRAHMAN B. AVF (R.A.)

Medine'ye geldiğinde ne malı mülkü vardı ne de çoluk çocuğu. Tarih boyu insanların uğruna savaş çıkaracak kadar düşkün oldukları bütün dünya nimetlerinden yoksundu ama cahiliye karanlığından sıyrılıp imanın tadına varmış bu gencin yaşamında bunların pek de önemi yoktu. Rahat bir hayatı terk edeli yıllar olmuştu. Hz. Ebû Bekir r.a. aracılığıyla İslam'a açılan yüreği Resûlullah'ın getirdiği ilahi mesajlarla can bulmuştu. Müslüman adıyla anılan ilk sekiz kişinin arasına dahil olduğu o günden beri hayatın zorluklarıyla karşılaşmıştı hep. Medine'de şehrin en varlıklı şahsiyetlerinden biri olan Sa'd bu muhacir kardeşine evinin kapılarını ardına kadar açmış, bütün varlığını yarı yarıya kendisiyle bölüşmek istediğini bildirmişti. O ise Ensar kardeşine bu güzel tekliften dolayı teşekkür edip hayır duada bulunmakla yetinmiş, 'Siz bana çarşının yolunu gösterin.' (Buharî, Büyû', 1) deyivermişti. O gün bir miktar yağ ve keş kazanarak çarşıdan dönen Abdurrahman b. Avf, artık hatırı sayılır zengin bir tüccardı. Abdurrahman b. Avf Medine'ye geldikten sonra kısa sürede ticaretini geliştirmiş, büyük bir servetin sahibi olmuştu. Kendisine bahşedilen nimetlerin hesabını verememekten endişe ediyor, kendisinin ve mümin kardeşlerinin sıkıntı dolu günlerini hiç unutamıyordu. Oruçlu olduğu bir günün nihayetinde iftar edeceği zaman aklına Uhud'da yaşananlar gelmişti: 'Benden daha hayırlı olan Mus'ab b. Umeyr öldürüldü, bir parça kıyafetiyle kefenlendi. Başı örtülse ayakları açıkta kalıyor, ayakları örtülse başı görünüyordu. Hamza da şehit edildi ki o da benden hayırlıydı. Sonra bize dünya nimetleri verildikçe verildi. İyiliklerimizin karşılığını bu dünyada almaktan ve ahirete bir şey kalmamasından korkuyorum!' (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-gabe, IV, 375, no: 940) Bu sözlerle gözyaşlarına boğulan Abdurrahman yemeğini bırakmak zorunda kaldı. Halbuki dünya malına tamah etmemişti hiçbir zaman, Rahman'ın bahşettiği nimetleri yine O'nun yolunda seferber eylemiş, hayır hasenat işlerinde her zaman öncülüğü üstlenmişti. Bir günde otuz köleyi azat edip beş yüz deve yükü tutan kervanını bir defada bağışlayacak kadar cömertti. Vefat etmeden önce ise malının önemli bir bölümünün Bedir gazilerine verilmesini vasiyet etti. 'Amr'ın kulu (Abdü Amr)' manasındaki ismini değiştirip 'Abdurrahman' ismini verdiğinde ömrü boyunca unutamayacağı bir öğüt vermişti sanki ona Allah'ın Resûlü: Hiçbir şeyin değil yalnızca Rahman'ın kulu olmak. İşte bu öğütle zorlukları göğüslemiş refaha erdiğinde, hatta ileriki dönemlerde önemli vazifeler üstlendiğinde dahi bu öğüdü tutma gayretini devam ettirmişti. Ne malın mülkün, ne de şöhretin kölesi oldu. Rahman'ın kuluydu Abdurrahman. Sadece malını değil canını da ortaya koymuştu O'nun için. Uhud'da peygamberine siper ettiği vücudu yirmiden fazla yara almış, hatta bu yaralardan dolayı ayağında aksaklık oluşmuştu. Buna rağmen Resûlullah ile birlikte tüm savaşlara katıldı. Ona imamlık yapma şerefine erişmiş bu faziletli sahabi, cennetle müjdelenen sahabiler arasında yer alsa da ömür boyu rehavete kapılmadan ahiret kaygısıyla yaşadı. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 79)
MEAL OKUYORUM

İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir. Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir.
(Necm, 53/39-41)
GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Hatalarımı, bilerek, cahillikle ve dalgınlıkla yaptığım kusurlarımı bağışla. Bunların hepsi bende mevcuttur.' (Müslim, Dua, 70)
HER GÜNE BİR HADİS

'Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.' (Buharî, Zekat, 55)
BİR SORU-BİR CEVAP

Çay ve pancar gibi ürünlerden zekat vermek gerekir mi?
Tercih edilen görüşe göre her türlü toprak mahsulleri ile meyveler için zekat/öşür vermek gerekir (Kasanî, Bedaî',II, 53). Dolayısıyla çay ve pancar da zekata tabidir.
.(Fetvalar, DİB Yay. syf. 243)