Ramazan, Allah'ın biz müminlere büyük bir ikramıdır. Kur'an, oruç, iyilik ve güzellik ayıdır. Tövbelerin, duaların, hayır ve hasenatın kabul olunduğu mübarek bir aydır.
Ramazan boyunca yalan ve kötü sözlerden uzak kalma gayretinde olduk. Yalan, kötü söz ve davranışların orucun ruhunu kaybettireceği, insanı, insanlık şerefi ve sıfatından da uzaklaştıracağı bilincine ulaştık. Gerçek oruç, sahibini kötü davranışlardan korur, yoksa oruç sadece yemeyi ve içmeyi terk etmek değildir, 'oruç ibadeti kötülüklere karşı bir kalkan olmalı, el, ayak, göz, dil ve kalbi haramdan korumalıdır' anlayışını benimsedik. Ve şimdi Ramazana veda etmek üzereyiz. Oruçla bedenler ve nefisler terbiye altına alındı. Bir kez daha sabrı, yardımlaşmayı; geçici olanın değil, kalıcı olanın insanı yücelttiğini, yeniden hatırladık.
Ramazan'da kazandığımız bu güzel yüksek değerleri, korumak oldukça önemlidir. Zira Yüce Allah'a karşı sorumluluğumuz sadece Ramazana özgü değildir. İbadetler, ahlaki vasıflar süreklilik arz eder. Bunlara ilişkin emir ve yasaklar geçici değildir. 'Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.' İlahi emri hatırdan çıkarılmamalıdır.
Mü'minler olarak sadece kendini düşünme yerine; yakınlarımızdan başlayarak, ihtiyaç sahiplerini hatırlamanın ve elden geldiğince ihtiyaçlarını görebilmenin, hazzını yaşadık. Paylaşarak üzüntülerimizi azaltıp sevinçlerimizi çoğalttık. Bu birlik ruhunu her zaman devam ettirmenin ne kadar da kıymetli olduğunu fark ettik.
Terk ettiğimiz kötü alışkanlıklara tekrar geri dönmemek gerekir. Yoksa bunların bir süreliğine terk edilmiş olması çok fazla anlamlı olmaz. Ramazana gösterdiğimiz saygıdan dolayı birtakım kötü alışkanlıkların terk edilmesi ne kadar sevindirici ise, Ramazan bitince günahlara tekrar dönülmesi de o kadar üzücü olur. Ramazan ayında kazandığımız bir takım iyi huylar ve güzel amelleri hayatımız boyunca devam ettirilmelidir. Zira ömrün en hayırlısı, ibadetlere bağlılıkla Allah'ın rızası doğrultusunda devam ettirilendir. Bu aydaki kazanımlarımızı bir dahaki Ramazana kadar koruyalım. Hatta ömrümüzü hep Ramazan ayındaymışız gibi geçirelim. Rabbimizden ülkemiz ve tüm insanlık için hayır ve güzellikler dilerken, şimdiden Ramazan bayramınızı tebrik ederim.
Mücevherlere Sahip Bir Fakir:
EBÛ HÜREYRE (R.A.)

Medine'de, Peygamber Mescidi'nin hemen bitişiğinde, üzeri hurma dalları ile örtülü bir gölgelik… Ve bu gölgeliği yuva bellemiş bir garip yürek… Günlerini çok sevdiği Peygamberinin yanında geçirirdi hep, onun her bir meclisine katılır, her bir sözüne dikkat kesilir ve ilgiyle onu dinlerdi. Kulağından giren ve Nebî'ye (s.a.v.) ait olan her bir söz, bir anda adeta bir mücevher olur ve mahfazasında korunurdu. İşte bu mücevherleri korumaktı onun yegane meşgalesi. Böylelikle o, aslında mücevherlere sahip bir fakir idi. İsmi mi? İslam'la tanışmadan evvel 'güneşin kulu' derlerdi ona, İslam'dan sonra 'Rahman'ın kulu' oldu. 'Abdüşems' olan ismi 'Abdurrahman' olarak değişmedi sadece, değişen dünyasıydı. Bir de kedileri vardı çok sevdiği. O yüzden isminden çok künyesiyle bilindi, 'kedicik babası' yani 'Ebû Hüreyre' dendi ona kedilerine izafetle. Ebû Hüreyre, Yemen'den gelip de Peygamberine iman ettiğinden beridir onsuz geçen yıllarına hayıflanarak, onsuz geçen zamanların adeta acısını çıkararak hiç yanından ayrılmadı çok sevdiği Resûlü'nün. İslam'dan uzak kaldığı yıllarını telafi etmek için gecesini de gündüzünü de bu yola adadı. Medineli arkadaşlarının malı mülkü, ilgilenmek zorunda oldukları hurma bahçeleri vardı, muhacirler ise vakitlerinin çoğunu çarşı pazarda ticaretle geçirirlerdi. Çoğu zaman Peygamberin ikramlarıyla karnını doyurur, onun sofrasından nasiplenirdi. Bununla birlikte, çoğu zaman aç gezerdi, Allah Resûlü'nün ikramları veya Müslümanların yardımları bulunmadığı vakit karnını doyurmaktan aciz kalırdı. Yine böyle, açlığın dayanılmaz bir hal aldığı bir zamanda Medine sokaklarına çıktı Ebû Hüreyre. Amacı bir Müslüman kardeşinin derdini anlayıp da açlığını gidermesiydi. İşlek yollardan birinde durup, oradan geçenlere bir ayet hakkında bir soru sormaya karar verdi. Arkadaşlarından biri evine çağırıp da ikramda bulunsa şu halde ona ne iyi gelecekti. Kafası bu düşüncelerle meşgulken birden Ebû Bekir'in (r.a.) geldiğini fark etti. Ona bir ayet hakkında soru sordu ancak Ebû Bekir (r.a.) biraz konuşup gitti, kendisini anlamamıştı. Çaresiz boynunu büktü. Derken Ömer'in (r.a.) yaklaştığını gördü. Ona da aynı şekilde bir ayet sordu. Amacı belliydi ancak Ömer (r.a.) de onun halinden anlamamış, bir şeyler anlatıp gitmişti. Sonra Allah Resûlü (s.a.v.) göründü. Ebû Hüreyre'nin mahzun halinden hemen derdini anladı ve ona tatlı tatlı gülümseyerek, 'Haydi benimle gel!' dedi. Birlikte Allah Resûlü'nün evine gittiler, Ebû Hüreyre mahcup bir edayla eve girmek için izin istedi. Girmesini söyledi Nebî. Evde ise sadece bir tas süt bulunmaktaydı. Resûl-i Ekrem, süte baktıktan sonra, Ebû Hüreyre'ye suffeye gidip orada kim varsa çağırmasını istedi. Allah Resûlü, evinde bulunan yiyecekleri her zaman İslam'ın misafirleri dediği suffe talebeleriyle paylaşırdı. Anlaşılan bugün de onlara bu sütten verecekti. Ancak açlıktan kıvranan Ebû Hüreyre, 'Bir tas süt onca kişiye nasıl yetecek, hele ki ben bu kadar açken' diye içinden geçirdi. Birazcık güç toplayabilmek için o süte en çok kendisinin ihtiyacı olduğu düşüncesiyle, istemeyerek de olsa arkadaşlarını çağırmaya gitti. Biraz sonra herkes hane-i saadetteki yerini aldı, Allah Resûlü Ebû Hüreyre'ye sırayla arkadaşlarına kaptaki sütü ikram etmesini söyledi. Ebû Hüreyre arkadaşlarına sütü uzattığında her biri kana kana ondan içiyor, bir diğerine veriyordu. O da aynı şekilde doyuncaya kadar sütten içiyor, yanındakine uzatıyordu. Bu şekilde sonuncu arkadaşı da sütten içmiş ve Ebû Hüreyre kabı içindeki sütle birlikte Allah Resûlü'ne iade etmişti. Resûl-i Ekrem ise kabı aldıktan sonra gülümseyerek ona, 'Senle ben kaldık, otur sen de iç' demişti. Ebû Hüreyre sütü almış, doyuncaya kadar içmişti. Resûlullah (s.a.v.), biraz daha içmesini söylemiş, o da devam etmişti. Ta ki artık içecek hali kalmamış ve Allah Resûlü'ne dönerek 'Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin olsun ki içecek yerim kalmadı.' demişti. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), Allah'a hamdedip besmele çekerek kalan sütü içmişti. (Buharî, Rikak, 17) Peygamberin sofrasında sadece mide değil kalp de doyardı. Ve Ebû Hüreyre'nin kalbi onun muhabbetinden en çok nasiplenenler arasındaydı. Onun en büyük varlığı, hafızasına işlediği, her biri birbirinden değerli olan, Allah Resûlü'nün mübarek sözleriydi. (Hakim, I, 418) (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 143)
MEAL OKUYORUM

Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra Suresi, 36)
GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Harama bulaşmaktansa, helalinle yetineyim. Beni lütfunla (zengin kılarak) senden başkasına muhtaç etme.' (Tirmizî, 'Deavat', 110)
HER GÜNE BİR HADİS

'Herkese annesinin hizmetinde bulunmayı tavsiye ederim.' İbn Mace, Edeb 1.
BİR SORU-BİR CEVAP

Zekat kimlere verilmez?

Hanefilere göre aşağıda sayılanlara zekat ve fitre verilmez: a) Ana, baba, büyük ana ve büyük babalara, b) Oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklara, c) Eşine, d) Müslüman olmayanlara, e) Zengine yani aslî ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişiye, f) Babası zengin olan ergen olmamış çocuğa (Merğinanî, el-Hidaye, II, 223-228) (Fetvalar, DİB Yay. syf. 249)