İnsanoğlunun yeryüzündeki hayatı aile olarak başlamıştır. Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva, insanlığın ilk ailesini oluşturmuştur. İnsanoğlu, fıtratı gereği, aile içinde ve sevdikleriyle birlikte yaşamak ister. Hepimiz, hayatımızın ilk gününden son nefesimize kadar huzurlu bir aile yuvasına ihtiyaç duyarız. Anne babamızın ilgisiyle, eşimizin desteğiyle, çocuklarımızın neşesiyle hayata bağlanırız. Ailemiz, boşluğu asla doldurulamayan en kıymetli hazinemizdir. Rabbimizin eşsiz kudretiyle bizlere lütfettiği değerli bir nimettir. Dünyada mutluluk, toplumsal huzur ve ahirette kurtuluş vesilemizdir.

Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de ailenin varlığını kendi varlığının ve kudretinin delillerinden biri olarak beyan eder. Mutlu ve huzurlu bir yuvanın ancak sevgi ve merhametle kurulabileceğini bize öğretir. Rabbimiz Rum suresi 21. ayette şöyle buyurur: 'Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.' Ailede bu sevgi ve merhamet dilini kullanmak aile olmak için önemlidir. Aynı çatı altında geceyi geçirmek ya da aynı soy ismi taşımak, aile olmak için yetmez. Aile demek, nikah ve kan bağıyla birlikte duygu ve fikir bağı kurmak demektir. Gönül birliği etmek ve Allah'ın hoşnutluğuna yakışır bir yaşamı paylaşmak demektir.

Mutlu bir ailenin oluşmasında temel değer sevgidir. Sevginin kıymetini bilen ve sevgiyi yaşatmak için emek veren bireyler, sağlıklı aileler kurar. Zira sevgi, gönüllerimizin huzuru, kalplerimizin süruru, dertlerimizin ilacıdır. Sevginin değer olarak benimsendiği bir ailede, büyük-küçük, kadın-erkek herkes birbirinin varlığına saygı duyar. Saygılı olmanın, birbirini anlamak ve anlaşmak için en doğru yol olduğunu bilir. Sorunlarını karşılıklı konuşmayla, akl-ı selimle ve suhuletle çözer. Kendisi gibi başkalarının da hata ve zaafları olabileceğini, gerektiğinde sabretmenin ve affetmenin bir erdem olduğunun farkına varır. Adaletli davranmayı elden bırakmaz. Bu güzellikleri kuşanan nesiller de huzurlu bir toplum inşa ederler.

Mutlu yuva, hiçbir sıkıntının ve anlaşmazlığın yaşanmadığı mükemmel aile demek değildir. Aksine mutlu yuva, yaşadığı sorunların farkında olan ve bunları en doğru şekilde çözebilmek için hep birlikte gayret gösteren aile demektir. Bunun için de ailede, sağlıklı iletişim hakim olmalıdır. Aile fertleri birbirlerine karşı saygılı, anlayışlı, özverili ve insaflı davranır, birbirlerinin haklarını ihlal ve kendi sorumluluklarını ihmal etmeden yaşarlar. Asla şiddete başvurmadan, kırmadan, incitmeden iletişim kurmak için gayret gösterirler.

Huzur ailede başlar ve ardından tüm topluma taşıdığı iyilik ve güzelliklerle yayılır. Zira mümine yakışan, başta ailesi olmak üzere, herkesle iyi ilişkiler kurmaktır. Dostluk ve ülfete, adalet ve merhamete dayalı bir hayat görüşü inşa etmektir. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.s), mümini şöyle tarif etmektedir: 'Mümin cana yakındır. İnsanlarla yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık kurulamayan kimsede hayır yoktur.' (İbn Hanbel, 2, 400) Unutmayalım ki huzur ve güven önce ailede filizlenecek, oradan topluma ve bütün dünyaya yayılacaktır. Peygamber Efendimizin şu tavsiyesiyle bitiriyorum: 'Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.' (Tirmizi, Menakıb, 63) Bizlere düşen de alemlere rahmet Peygamberimizin yolunu takip etmektir.


Eşi Muhammed, Babası Harun, Amcası Musa:

SAFİYYE BİNT HUYEY (R.ANHA.)

Allah Resûlü'nün Medine'ye hicretinin ardından şehrin eski sakinlerinden olan Yahudiler için yeni bir dönem başlamıştı. İslam Peygamberi ile yaptıkları Medine Sözleşmesi gereği artık onun önderliğinde Müslümanlarla birlikte yaşayacak ve şehri dış saldırılara karşı beraber savunacaklardı. Ne var ki Mekke'deki güvensiz ortamın ardından Hz. Peygamber'in Medine'de yeni ve huzurlu bir toplum inşa etme gayreti önce Yahudi kabilelerinden Kaynukaoğulları, sonra da Nadîroğulları tarafından suiistimal edildi. Nadîroğulları, peygamberi öldürmeye teşebbüs edecek kadar hadlerini aştılar ve bu ihanetleri üzerine Hayber'e sürüldüler. Resûlullah'a karşı düşmanca faaliyetlerini orada da sürdürmekten çekinmeyen Nadîroğulları'nın hicretin altıncı yılında savaş hazırlıklarına başladıkları haberi geldi. Bunun üzerine zorlu bir kuşatmanın ardından sağlam kaleleri ve cesur savaşçılarıyla ünlü Hayber şehri fethedildi. Hayber'in fethiyle birlikte Müslümanlar çok sayıda esir ve ganimet elde ettiler. Kabile reisi Huyey b. Ahtab'ın kızı Safiyye de esirler arasındaydı. Daha önce Nadîroğulları'nın ileri gelenlerinden Sellam b. Mişkem ile evli olan Safiyye, ondan boşanınca şair Kinane b. Rebî' ile evlenmişti. Düğünleri Hayber'in fethinden birkaç gün önce yapılmıştı. Ne var ki savaşta eşi Kinane'yi de kaybetti. Yahudilerle ilişkilerin düzelmesi ve İslam'ın daha iyi tanınıp yayılması amacıyla Allah Resûlü, kabilesinin soylu kadınlarından olan Safiyye'ye evlilik teklif etti. Ona İslam'ı anlattıktan sonra her şeye rağmen dininde kalmak isterHacer Tiftik / İl Müftülüğü ADRB Vaizise kendisini zorlamayacağını, ancak Allah ve Resûlü'nü tercih etmesi durumunda onu eş olarak kabul edeceğini söyledi. Hz. Peygamber'in nazik tutumu ve hoşgörü göstermesi Safiyye üzerinde oldukça tesir etti. Safiyye İslamiyet'i ve Resûlullah'a eş olmayı tercih etti. Bunun üzerine Allah Resûlü onu azat ettiğini, mehrinin de hürriyetine kavuşması olduğunu söyledi. Verdiği önemli karar sayesinde müminlerin annesi olma saadetine nail olan Hz. Safiyye, bir Peygamber hanımı olmanın bilinciyle Müslümanlığı en güzel şekilde yaşamaya gayret ediyordu. Ancak onun Yahudi kökenli olması zaman zaman yüzüne vuruluyordu. Bir defasında Hz. Safiyye annemiz, Yahudi soyundan gelmesi nedeniyle kendisi hakkında söylenen bir takım sözleri duyunca çok üzülmüş ve bunu Resûlullah'a bildirmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Sen de onlara 'Siz nasıl benden üstün olabilirsiniz? Benim kocam Muhammed, babam Harun, amcam ise Musa'dır.' deseydin ya!' (Tirmizî, Menakıb, 63) diyerek Hz. Safiyye'yi teselli etti ve kendisinin de peygamberler soyundan gelen ve peygamberin nikahında olan bir kadın olarak övülmeye layık olduğuna dikkat çekti. Halifeliğinin son yıllarında baş gösteren fitne olayları sonucunda Hz. Osman'ı evinde hapsedip öldürecek kadar ileri giden isyancıların zulmüne göz yummadı. Bütün engellemelerine rağmen Hz. Osman'a su ve yiyecek ulaştırabilmek için samimiyetle çabaladı. (İbn Sa'd, Tabakat, VIII, 128) Akıllı, güzel, fazilet sahibi, yumuşak huylu, cesur ve cömert bir kadın olan Hz. Safiyye hicretin 50. (ya da 52.) senesinde Medine'de vefat etti ve Bakî mezarlığına defnedildi. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 47)

MEAL OKUYORUM

O, görüneni de görünmeyeni de bilir; O, büyüktür, yücedir. Sizden, sözü gizleyenle onu açıkça söyleyen, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen O'na göre eşittir.

(Ra'd, 13/9-10)


GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Sen Allah'sın. Sen'den başka ilah yoktur. Sen zenginsin, biz fakiriz. Bize bol, faydalı yağmur indir. İndirdiğin yağmuru bize kuvvet ve güç eyle ve yağmuru (muhtaç olduğumuz) zamana kadar indir.' (Ebu Davut, İstiska, 2


HER GÜNE BİR HADİS

Kul, bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke oluşur. Günahı bırakıp bağışlanma dilediği, tövbe ettiği zaman ise kalbi arınır. (Tirmizî, 'Tefsîr', 74)


BİR SORU-BİR CEVAP

Merhem ve ilaçlı bant kullanmak orucu bozar mı?

Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu işlem, yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz (Merğînanî, el-Hidaye, II, 263-264; Kasanî, Bedaî', II, 98; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtar, III, 366, 367). (Fetvalar, DİB Yay. syf. 281)