Tüm dünyanın coronavirüs sebebiyle karantina altında olduğu şu günlerde Netflix'te güzel filmler keşfediyoruz. The Platform da onlardan biri.. Filme başlandığı andan itibaren, empati duygunuzun bir anda nirvana seviyesine ulaştığını fark ediyorsunuz.. Dünyadaki eşitsizliklere göndermelerin olduğu, üsttekinin ne kadar umursamaz ve gözünün ne olursa olsun aç olduğu, alt katlara indikçe kapitalizmin nelere sebeb olduğunu bütün çıplaklığı ile gösteren bu başyapıt, evde geçirdiğimiz şu günlerde kesinlikle izlenmesi ve üzerine kafa yorulması gereken filmlerdendir.
The Platform, 2019 sonbaharında düzenlenen Toronto Film Festivali'nde dünya prömiyerini gerçekleştirmişti. İspanya yapımı filmin yönetmeni ise Galder Gaztelu-Urrutia. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan The Platform ya da orijinal ismiyle El Hoyo, konsept ve atmosfer olarak 90'ların 'Cube-Küp' filmine benziyor. 'İnsan insanın cehennemidir' sözünün ne kadar doğru olduğunun kanıtı niteliğinde bir film. Bu muhteşem yapımın konusuna gelirsek; Film, her katta iki mahkumun kaldığı dikey olarak inşa edilmiş bir hapishanede geçiyor. Bu yapının ortasındaki boşluğa yerleştirilen platform, her gün tatlısından tuzlusuna, meyvesinden çorbasına her türlü yemekle doldurulup en üst kattan en alt kata doğru indiriliyor. Her katta kısa bir süreliğine duran platformdaki yemekler alt katlara doğru inerken mahkumlar tarafından adeta talan ediliyor. Dikey Öz Yönetim Merkezi olarak tanımlanan Delik'in ortasında yer alan platform, sıfır noktasından yani en üst kattan aşağıya doğru indiği için üsttekiler gerçek bir ziyafet çekiyor. Tüm güzel yemeklerin tadını üst kattakiler çıkarıyor, orta kattakiler üsttekilerin artıklarını yerken en alt kattakiler ise açlıktan ölmeye mahkum ediliyor. En az 200 katlı bir hapishanede platform herkese yetecek kadar çok yemekle donatılmasına rağmen, üst kattakilerin hunharca saldırması ve alttakileri asla düşünmemesi sebebiyle mahkumlar zor anlar yaşıyor. Ve biz tüm bunları bu çirkin sistemin içine yeni düşen birinin gözünden izliyoruz, dolayısıyla kendimizi onun yerine koyabilmemiz oldukça kolay oluyor.
Her ay bir çeşit gazla uyutularak katları değiştirilen mahkumların her biri üst katlara denk gelebilmek için can atıyor. Hapishanede geçirecekleri süre içerisinde mahkumlara bir eşya seçme hakkı tanınıyor. Baş karakterimiz olan Goreng (Ivan Massague), Cervantes'in Don Kişot romanını seçiyor. Diğerleri bıçak, kesici aletler gibi eşyalar alırken her akşam kitap okuyan naif ve bu hapishanedeki adaletsizlikler karşısında çok zorlanan bir ana karakter ile karşı karşıya kalıp kendimizi onunla çabucak eşleştirebiliyoruz. Yönetmen seyirciyi katlar arasında dolaştırırken birçok vahşete tanıklık ediyor. Hayatta kalma dürtüsüyle kat arkadaşını yiyenler ya da platform boşluğundan aşağı atarak öldürenler de buna dahil.